Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Yapay zekâ destekli maliyet yönetimi: istatistiksel ve makine öğrenmesi modelleri ile bir inceleme(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) İpek, Senanur; Şahin, HasanGünümüz iş dünyası, teknolojik gelişmelerin ve küreselleşmenin etkisiyle sürekli bir dönüşüm içerisindedir. Özellikle üretim sektöründe artan rekabet, işletmeleri maliyetlerini düşürmek, kaynaklarını daha verimli kullanmak ve müşteri taleplerine hızla uyum sağlamak için yeni yöntemler benimsemeye zorlanmaktadır. Geleneksel yönetim ve üretim planlama yaklaşımlarının bu karmaşık ve dinamik ortamda tüm ihtiyaçların aynı anda karşılanması hususunda yetersiz kalabileceği düşünülmektedir. Bu bağlamda, yapay zekâ ve veri analitiği gibi modern yöntemler, işletmelerin hem maliyetlerini optimize etmesine hem de operasyonel verimliliklerini artırmasına olanak tanımaktadır. Bu tez, yapay zekâ destekli veri analitiği ve maliyet optimizasyonunun entegrasyonunu incelemektedir. Çalışma, otomotiv sanayisinde kullanılan X ürününün satış ve maliyet tahminleri için çoklu doğrusal regresyon ve makine öğrenmesi modelleri kullanarak, her iki yöntem arasındaki farkları analiz etmiş ve belirli değişkenlerin satış ve maliyet tahminlerinde ne derece etkili olduğunu ortaya koymuştur. Elde edilen bulgular, yapay zekâ ve veri analitiği teknolojilerinin işletmelerin maliyet optimizasyonu süreçlerinde nasıl etkin bir şekilde kullanılabileceğini göstermektedir. Çoklu doğrusal regresyon modelinde yapılan analizler, satış miktarları üzerinde etkili olan bağımsız değişkenleri belirlemiştir. Bu değişkenler arasında Motorlu Kara Taşıt Sayısı (MKTS), Sanayi Üretim Endeksi (SÜE), Tüketici Fiyatlarının Değişimine İlişkin Düşünce (TFDD) ve Ücretlerin Değişimine İlişkin Beklenti (ÜDİB) yer almaktadır. Satış miktarlarına ilişkin modelin Düzenlenmiş R² değeri 0,916 olup, bu da modelin satış miktarlarını yüksek bir doğrulukla açıklayabildiğini göstermektedir. Öte yandan, maliyet tahminlerine yönelik modelin Düzenlenmiş R² değeri 0,974 olarak hesaplanmış ve bu da modelin maliyet tahmininde oldukça güçlü bir açıklayıcılığa sahip olduğunu ortaya koymuştur. Elde edilen sonuçlar, satış ve maliyet tahminlerinde belirli değişkenlerin kritik bir rol oynadığını ve işletmelerin bu değişkenlere dikkat etmelerinin önemli olduğunu vurgulamaktadır. Gradyan Arttırmalı Regresyon Ağaçları (GBRT) ve yapay sinir ağları (YSA) modelleri ile yapılan analizlerde, her iki bağımlı değişken için en iyi performans YSA modellerinden elde edilmiştir. YSA modelleri, doğrusal olmayan ilişkileri daha başarılı bir şekilde modelleyerek daha doğru tahminler sunmuş ve geleneksel istatistiksel yöntemlere kıyasla daha düşük hata oranları ve daha yüksek doğruluk oranlarına ulaşmıştır. Özellikle, X ürünü satış adetleri için yapılan analizde R² değeri 0,98 ve Ortalama Mutlak Yüzde Hata (MAPE) değeri 0,08 olarak hesaplanırken, maliyetler için R² değeri 0,997 ve MAPE değeri 0,02 olarak belirlenmiştir. Çoklu doğrusal regresyon modeli sonucunda raporlanan değerler ise, X ürünü satış adetleri için yapılan analizde düzenlenmiş R2 değeri 0,916 ve X ürünü maliyetleri için yapılan analizde de düzenlenmiş R2 değeri 0,974'tür. Bu bulgular karşılaştırıldığında, makine öğrenmesi modellerinin geleneksel istatistiksel yöntemlere göre daha güçlü tahminler sunduğunu ve işletmelerin karar alma süreçlerine daha fazla katkı sağladığını göstermektedir. Sonuçlar, MKTS ve SÜE gibi değişkenlerin satış ve maliyet tahminleri üzerinde önemli etkiler oluşturduğunu ortaya koymuştur. Bu bağlamda, işletmelerin üretim ve maliyet planlamalarında bu değişkenleri düzenli olarak takip etmeleri, daha doğru ve verimli stratejiler geliştirmelerine yardımcı olacaktır. Sonuç olarak, bu tez hem geleneksel istatistiksel yöntemlerin hem de modern makine öğrenmesi yaklaşımlarının maliyet optimizasyonu süreçlerinde nasıl etkin bir şekilde kullanılabileceğini göstermiştir. Yapay zekâ ve makine öğrenmesi tabanlı modellerin, üretim ve maliyet planlamalarında daha güvenilir tahminler sağladığı ve işletmelerin stratejik karar alma süreçlerine katkı sağladığı ortaya çıkmıştır. Elde edilen bulgular, işletmelerin daha doğru tahminler yapabilmesine ve verimli planlamalar gerçekleştirerek rekabet avantajı elde etmelerine yardımcı olacaktır.Öğe Tekstil sektöründe kasar ve merserizasyon prosesleri için alternatif kimyasalların incelenmesi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Musaoğlu, Nur; Ünlü, DeryaTekstiller insanların hayatında çeşitli yerlerde kullanılır ve bu tekstiller kullanışlı bir hale gelmesi için farklı işlemlerden geçmektedir. Tekstil işletmelerinde özellikle de boyahane proseslerinde uygulanan birçok sulu işlem vardır. Tekstil yaş işlemlerinde ön terbiye bölümünde kostik farklı işlemlerde kullanılır ve kasar ve merserizasyon proseslerinin temel kimyasalıdır. Kostik kullanımından gelen kirliliğin önüne geçmek için kostik yerine daha az zararlı ve düşük maliyetli alternatif kimyasallar bulmak için farklı çalışmalar yapılmaktadır. Bu tez çalışması, tekstil sektöründe çevresel etkileri azaltmak amacıyla alternatif kimyasalların kasar ve merserizasyon süreçlerinde kullanımını incelemektedir. Geleneksel yöntemlerde kullanılan kostik, su tüketimi ve atık su kirliliği gibi sorunlara yol açmaktadır. Bu nedenle, çalışmada kostik yerine geçebilecek, daha az çevreye zarar veren alternatif kimyasallar araştırılmıştır. Çalışma, %100 pamuk ve pamuk-poliester karışımı kumaşlar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Deneyler, Box-Benkhen yöntemi ile tasarlanmış, ardından her kimyasal için optiumum koşullar belirlenmiştir. Kullanılan kimyasallar arasında kostik, jelatin, asetik asit, oksalik asit ve etanol bulunmaktadır. Her kimyasal için farklı sıcaklık, konsantrasyon ve süre koşulları belirlenmiş; ardından ağırlık kaybı, temas açısı ve ıslanabilirlik testleri yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar, her kimyasal için optimum koşulların belirlenmesine olanak tanımıştır. Biyo-kasar yöntemi, geleneksel kasarlama süreçlerine alternatif olarak değerlendirilmiştir. Bu yöntem, çevre dostu bir yaklaşım sunmakta ve geleneksel yöntemlere göre daha az enerji ve su tüketimi sağlamaktadır. Biyo-kasar yapılmış kumaşların beyazlık, parlaklık ve kopma mukavemeti, kimyasal olarak yıkanmış kumaşlara göre daha yüksek bulunmuştur. Bu sonuçlar, biyo-kasar yönteminin tekstil endüstrisinde uygulanabilirliğini göstermektedir. Tezde ayrıca, farklı kimyasalların kumaş üzerindeki etkileri detaylı bir şekilde incelenmiştir. Örneğin, kostik kullanımı, merserizasyon işlemi sırasında yüksek renk gücü değerleri elde edilmesini sağlarken, jelatin ve diğer alternatif kimyasalların da benzer başarılar gösterdiği gözlemlenmiştir. Oksalik asit ve jelatin, kumaşın doğrusal yoğunluğunu artırarak yüzey özelliklerini iyileştirmiştir. Sonuç olarak, bu çalışma, tekstil endüstrisinde çevre dostu alternatiflerin kullanımının önemini vurgulamakta ve kostik yerine geçebilecek kimyasalların potansiyelini ortaya koymaktadır. Elde edilen bulgular, tekstil üretiminde sürdürülebilir uygulamaların benimsenmesine katkı sağlayacak ve çevresel etkilerin azaltılmasına yönelik önemli bir adım olacaktır. Bu bağlamda, çalışmanın sonuçları, hem akademik hem de endüstriyel alanda dikkate alınması gereken değerli bilgiler sunmaktadır.Öğe Yapay zekâya yönelik genel tutumun liderlik süreci üzerindeki etkisinin incelenmesi: Bursa ilinde bir uygulama(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Doğan, Ünal; Birincioğlu, NihanTeknolojinin gelişmesi ile insanların hayatında önemli gelişmeler ve değişimler olmuştur. Bu değişimin en önemlilerinden biri yapay zekâdır. Yapay zekâ işleri kolaylaştırma, belirli görevleri daha hızlı gerçekleştirme amacıyla insanlar tarafından oluşturulan ve bilgisayar tarafından kontrol edilebilen yeni nesil bir teknolojidir. Yapay zekânın kullanım alanı günümüzde hayatın her alanında özellikle iş dünyasında hızla yayılmaktadır. Bunun yanı sıra, işletmelerin amaçlarına ulaşabilmelerinde liderlik süreçlerinin oldukça önemli olduğu düşünülmektedir. Günümüzde liderlik, sadece insan faktörünü değil, teknolojiyi de etkin bir şekilde kullanmayı gerektiren dinamik süreçtir. Bu bağlamda çalışmamız iş dünyasında yapay zekâ'nın yerini öğrenmek ve çalışma hayatındaki liderlere yapay zekâ'nın katkılarının ne olduğunu belirlemek için Bursa ilinde çalışan insanların yapay zekâ kullanımının iş yaşamlarındaki liderlik süreçleri üzerine etkilerini belirlemek amacıyla tasarlanmıştır. Çalışmanın amacı doğrultusunda nicel araştırma yöntemlerinden ölçek uygulaması kullanılmıştır. Bu kapsamda araştırmacı tarafından belirlenen kişisel bilgi formu, Kaya ve diğ. (2022) tarafından Türkçe'ye uyarlanan Yapay zekâya yönelik genel tutum ölçeği ve Dursun ve diğ. (2019) tarafından geliştirilen Çok yönlü liderlik yönelimleri ölçeği kullanılmıştır. Çalışma kolayda örnekleme yöntemi kullanılarak Bursa ilinde tam zamanlı çalışan 413 katılımcı üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırma verileri çevrimiçi anket aracılığıyla toplanmıştır. Toplanan veriler SPSS paket programı aracılığıyla analiz edilmiştir. Araştırmada elde edilen bulgulara göre, yapay zekâya yönelik genel tutum ve çok yönlü liderlik yönelimleri (ÇYLY) cinsiyet ve eğitim değişkenlerine göre anlamlı bir fark olmadığı, ancak yaş değişkenine göre yapay zekâya yönelik genel tutum ve pozitif tutum alt boyutlarında istatiksel olarak anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir. Ayrıca, araştırmaya katılan katılımcıların yaş değişkenine göre yapısal liderlik, politik liderlik, karizmatik liderlik ve insan kaynaklı liderlik alt boyutlarında istatiksel olarak anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir. İş deneyimi ve medeni durum değişkenlerine göre ise katılımcıların yapay zekâya yönelik genel tutumları arasında anlamlı bir fark görülmemekle birlikte, ÇYLY arasında anlamlı fark görülmektedir. Son olarak, yapay zekâya yönelik negatif tutumun ÇYLY alt boyutları ile arasında anlamlı ve pozitif yönlü ilişki olduğu tespit edilirken, pozitif tutum ile yapısal liderlik alt boyutu arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanılmamış, politik ve karizmatik liderlik alt boyutları ile anlamlı ve negatif yönlü, insan kaynaklı liderlik modeli ile ise anlamlı ve pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Sonuç olarak; çalışmanın bulgularına dayanarak, cinsiyet ve eğitim durum değişkeninin yapay zekâya yönelik genel tutumlar ve liderlik yönelimleri arasındaki ilişkide sınırlı bir etkisi olduğu görülmektedir. Ancak, yaş, medeni durum ve iş deneyimi gibi demografik faktörlerin bu ilişkilerde belirgin farklılıklar yarattığı gözlemlenmiştir.Öğe Güzelin kaybı olarak mahremiyet krizi: Modern göz'ün eleştirisi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Yiğit, Kübra; Ulukütük, MehmetModern Çağ'ın asli sorunu olarak karşımıza çıkan güzelin ifşaatı; güzelin sıradanlaşması/bayağılaşması/banalleşmesi mahremiyet krizine yol açmıştır. Güzelin kaybı olarak mahremiyet krizinin Modern Çağ'daki tezahürlerini incelemek, modernitenin bu durumda izlediği politikaları, çalışmaları ve ikame biçimlerini dikkate alarak günümüz toplumlarının son tahlilde geldiği durumu mukayese etmek çalışmanın temel amacıdır. Modernizm, logosentrik bir yapıdan, okülersentrik bir yapıya dönüşümün adıdır. Okülersentrik yapı içerisinde şekillenen kültür, toplum ve devlet asli olarak 'görünen şey' üzerinden tasnif edilmeye çalışılmıştır. Bu esnada ortaya çıkan güzelin görünmezliği (ifşa edilmesi) ve devamında mahremiyet krizinin doğması, insanı vitrinde yaşamaya sevk etmiştir. Modern Çağ'da güzelin kaybından söz edebilmek için öncelikle güzelin kült değerinin sergi değerine nasıl dönüştüğünden söz etmek gerekir. Modern göz; gören, görünen ve görülen ekseninde şekillenmiş olup mahremiyetin mahrumiyete dönüşmesine sebep olmuştur. Sağlıklı olanın güzelin pürüzsüzlüğü olması, mahrem olanın ise mahiyetini yitirmesi 'Modern Göz'ü iktidara getirmiş ve egemen kılmıştır. İnsanlar, yaşadıkları hayatın ancak seyredildiği ölçüde değer kazandığını düşünmektedirler. Mahrumiyet Güzelin modern dönemde sergi değerinin de artmasıyla temsil kaynakları da artmış ve Homo Sapiens sekülerleşerek modern dönemde yeni formlar kazanmıştır. Her dönem yeni kaynaklar ortaya çıkmış ve buna eşlik eden akımlar/ideolojiler ile toplumu şekillendirmek Modern Göz'ün ideali haline gelmiştir. Bu noktada Modernite içerisinde Mahremiyet arka planda kalmış ve ideolojik yapı haddini aşarak kendini gerçekleştirmiştir. Güzelin kaybı ve mahremiyet krizi Modern Çağ temsil tasarısı olarak toplum tipleri şeklinde senaryolaşmıştır. Temsil toplum (tüketim toplumu, şeffaflık toplumu, gösteri toplumu, teşhir toplumu vb.) tiplerinin nasıl değerlendirileceği, nelere yol açabileceği ve hangi ideolojik yapılar tarafından viral hale gelip meşrulaştırıldığı tartışılacaktır. Bu bağlamda çalışmada, güzelin kaybının yol açtığı mahremiyet krizine yer verilecek, konunun günümüzdeki yansımalarına ve dönüşümlerine değinilerek Modern Çağ'ın güzelin ifşası olarak mahremiyet durumu tartışılacak ve güzelin dolayısıyla mahremiyetin en korunaklı olduğu Orta Çağ dikkate alınarak güzelin kaybı olarak mahremiyet krizi Modern Çağ eleştirisiyle ifade edilecektir. Günümüz toplumlarının güzelin kaybı olarak mahremiyet krizi karşısındaki tutumu ve uyumu açısından hangi nokta da olduğu açıklanacak ve tartışılacaktır.Öğe Türkiye iklim endeksi değerleri ile ahşabın biyolojik bozunma derecesinin değerlendirilmesi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Arı, Seren Seda; Dizman Tokmak, Eylem; Taşdemir, ÇağatayAhşap malzeme organik bir madde olması nedeniyle çeşitli biyolojik zararlılar tarafından degrade edilebilmektedir. Sıcaklığın özellikle 20-27°C arasında ve nemin %65-70 olması halinde mantarlar için uygun bir yaşam ortamı sağlanmış olur. Ülkemizde genellikle dış ortam koşullarında kullanılan ahşap malzemeler bu değerler aralığında bulunduğundan mantar zararına maruz kalmaktadır. Bu nedenle iklim indeksi değerlerinin bilinmesi ülkemizde dış ortamda kullanılan ahşap malzemenin mantar zararına uğrama derecesinin değerlendirilmesi ve potansiyel bozunma tehlikelerinin olumsuz yansımalarını en aza indirgemek adına alınması gereken teknik ve pratik önlemler hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir. Çalışmada, ülkemiz illerinin 2012-2023 yılları arasındaki meteorolojik verileri alınarak iklim sınıflandırılmasını yapmak ve iklim indeksi değerlerini hesaplayarak ahşabın biyolojik bozunmasını ilişkilendirmek amaçlanmıştır. Bu amaçla son 11 yıllık süreçte meteorolojik parametrelerden sıcaklık ve yağış faktörleri ele alınarak Erinç iklim sınıflandırması ve Scheffer İklim İndeksi değerleri bulunmuş ve iklim indeksi değerlerinin çürüklük riskine göre sınıflandırması yapılmıştır. Ayrıca optimize edilmiş SARIMA modelleri kullanılarak önümüzdeki 5 yıl içinde iklim sınıflandırma ve endeks değerlerine yönelik tahminlemelerde bulunulmuştur. Küresel Güneş Radyasyonu Toplamı (kwsaat/m2), sıcaklığın 30℃ üzeri olduğu gün sayısı ve toplam güneşlenme sayısı verileri de incelenerek elde edilen sonuçlar yorumlanmıştır. Sonuç olarak, 2012-2023 ve 2024-2028 yılları arasındaki iklim indeksinin, daha önceki yılların iklim indeksi değerlerine kıyasla azaldığı bulunmuştur. En yüksek yağış etkinlik indeksi Doğu Karadeniz bölgesinde elde edilirken, en düşük Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgesinde elde edilmiştir. İller bazında ise en yüksek yağış etkinlik indeksi Rize'de, en düşük Iğdır'da tespit edilmiştir. Scheffer İklim İndeksi değerlerinin ise son yıllarda ve önümüzdeki yıllarda hafifçe arttığı bulunmuştur. En yüksek Scheffer İklim İndeksi Doğu Karadeniz bölgesinde sırasıyla Rize, Giresun, Ordu ve Trabzon için bulunurken, en düşük indeks Doğu Anadolu bölgesi illerinden Bitlis ve Van, İç Anadolu bölgesi illerinden Karaman ve Güneydoğu Anadolu bölgesi illerinden Batman'da tespit edilmiştir. İklim indekslerinde bulunan bulguların azalan yağış ve artan sıcaklıklarla ilgili olduğu düşünülmektedir. Küresel Güneş Radyasyonu Toplamı (kwsaat/m2), sıcaklığın 30℃ üzeri olduğu gün sayısı ve toplam güneşlenme sayısı değerlendirildiğinde ülkemizde son 10 yıl içerisinde sıcaklığın bölgelere göre arttığı görülmektedir. Bu bilgiler, Erinç iklim indeksi ve Scheffer İklim Sınıflandırması ile uyumlu bulunmuştur. Çürüklük riskinin fazla olduğu bölgelerde dış ortam koşullarında kullanılacak ahşap malzemenin emprenye işleminden geçirilerek kullanılması bir zorunluluktur. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artan küresel ısınma, iklim üzerinde önemli değişimlere neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak dış ortam koşullarında kullanılan ahşap, mevsimsel etkilerden önemli ölçüde etkilenmekte ve kullanım ömrü zamanla değişebilmektedir. Özellikle son yıllarda yağış miktarındaki azalma buna karşılık sıcaklık ve global güneş radyasyonu miktarındaki artışa bağlı olarak ahşaba zarar veren bozundurucu faktörlerde değişiklikler olması muhtemeldir. Özellikle mantar saldırılarının yanı sıra böcek ve termit saldırılarının önümüzdeki yıllarda daha fazla görüleceği düşünüldüğünden dış ortam ahşap ürünlerin emprenye edilerek kullanılması veya modifiyeli ahşap malzemelerin kullanılması, bu ürünlerin kullanımının yaygınlaştırılması ve buna yönelik toplumsal farkındalığın arttırılması gereklidir.Öğe Derin öğrenme teknikleri kullanılarak mamografi görüntüleri üzerinden meme kanseri tahmini(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Doğru, Şeyma; Yavuz, ErdemTeknolojik ilerlemeler, birçok sektörde olduğu gibi sağlık alanında da akıllı makinelerin karar verme süreçlerine dahil edilmesine olanak tanımıştır. İnsanlardan daha hızlı analitik düşünebilme ve ilişkileri saptama yetenekleri sayesinde bu makineler, uzmanlara doğru kararların alınmasında önemli ölçüde destek sağlamaktadır. Özellikle kanserin erken teşhisinin hayati öneme sahip olması, bu alanda yapılan yapay zeka çalışmalarını hızlandırmıştır. Kanserin erken tanısı, hastaların sağkalım oranlarının artırılması, organ kaybının önlenmesi ve radyoterapi, kemoterapi gibi tedavilerin en az düzeyde uygulanması bakımından kritik önem taşımaktadır. Memede oluşan küçük lezyonların tespiti genellikle mümkün olmamaktadır. Bu da hastalığın ilerlemesine ve ileri safhalarda fark edilmesine sebep olmaktadır. Kontrastlı Spektral Mamografi (CESM), bu tespit zorluğunu gidermek için geliştirilmiş yeni bir görüntüleme tekniğidir. Meme hücrelerine enjekte edilen kontrast madde ile lezyonları görünür kılan Kontrastlı Spektral Mamografi, dijital mamografide gözden kaçabilen lezyonları yakalamaya yardımcı olur. Doktorların daha güvenilir tanı koymasına ve hastalığa erken fark edilmesine olanak tanır. Bu tez çalışmasında, meme kanserinin teşhis sürecine odaklanılarak Kontrastlı Spektral Mamografi (CESM) görüntüleri kullanılmıştır. Çalışmada iki farklı veri seti üzerinde çeşitli derin öğrenme modelleri eğitilerek analizler gerçekleştirilmiştir. Kullanılan bu veri setleri CDD-CESM veri seti ve CESM@UCBM veri setleridir. CDD-CESM veri setinde toplamda 2006 görüntü bulunmaktadır. Bu görüntülerin 1003 tanesi düşük enerjili görüntü, 1003 tanesi ise bileşik görüntüdür. CESM@UCBM veri setinde ise 1138 adet görüntü bulunmaktadır. Bu görüntülerden 569 tanesi düşük enerjili, 569 tanesi ise bileşik görüntüdür. Bu çalışma kapsamında yapılan eğitimlerde veri setlerine 20 farklı açıdan yaklaşılmıştır. Veri seti 3 sınıflı (Normal, İyi Huylu, Kötü Huylu) ve 2 sınıflı (İyi Huylu, Kötü Huylu) olarak, ayrı ayrı ve birlikte olacak şekilde eğitilmiştir. Aynı zamanda bu ele alım şekillerine veri artırma yöntemleri uygulanarak veriler tekrar eğitilmiştir. Bu kapsamda, ResNet50, DenseNet121, EfficientNetB0, VGG16 ve VGG19 mimarileri uygulanmış ve beşli çapraz doğrulama sonucunda DenseNet121 modeliyle %76,46 kesinlik (precision), %95,35 duyarlılık (recall) ve %84,81 F1-Skor değerleri elde edilmiştir. Bu sonuçlar, önerilen yöntemin meme kanseri tanısında etkin bir destek aracı olabileceğini göstermektedir.Öğe Elektrikli araç batarya paketlerinde polimer nanokompozit malzeme kullanımlarının araştırılması(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Yurul Dağ, Özge; Akkoyun Kurtlu, MeralBu tez çalışmasında, elektrikli araç (EV) batarya paketlerinde kullanılmak üzere hibrit polimer nanokompozitler geliştirerek, bu nanokompozitlerin termal ve mekanik özelliklerinin iyileştirirken elektriksel yalıtımlarının korunması hedeflenmiştir. Elektrikli araçlara olan talep arttıkça, düşük menzil ve batarya performansı gibi temel sorunların çözülmesi önemli hale gelmiştir. Bu soruna karşı geliştirilebilecek çözümlerden biri de aracın ağırlığını azaltmaktır. Böylelikle enerji tüketimi azalacak ve batarya ömrü artabilecektir. Bu amaçla, hafif, maliyet açısından uygun ve geri dönüştürülebilir polimer nanokompozitlerin, otomotiv üretiminde kullanılan geleneksel ağır metallerin yerine bir alternatif olabilmeleri önem kazanmıştır. Bu çalışmada, polimer matris olarak polipropilen (PP) seçilmiştir. İlk aşamada, PP'nin termal iletkenliğini ve mekanik dayanımını artırmak amacıyla eşit miktarlarda hegzagonal bor nitrür (hBN) ve silisyum karbür (SiC) katkıları, farklı toplam ağırlıkça oranlarda (%20, %40 ve %50) PP matris içerisine eklenerek PP/hBN/SiC nanokompozitler üretilmiştir. İkinci aşamada ise, katkıların polimer matrisi ile uyumunu artırabilmek ve nanokompozit yapının nihai özelliklerini iyileştirmek amacı ile, hBN ve SiC parçacıklarının tetraetil ortotitanat (Ti) ile kaplandığı PP/Ti/hBN/Ti/SiC polimer nanokompozit numuneler de benzer ağırlıkça oranları (%20, %40 ve %50) ile üretilmiştir. Numuneler, mekanik karıştırma ve basınçlı kalıplama yöntemleri ile karakterizasyon yöntemlerine uygun olarak hazırlanmışlardır. Bu çalışma, polipropilen matrisine hexagonal bor nitrür ve silisyum karbür katkılarının eklenmesinin, malzemenin mekanik, termal, elektriksel ve yangın dayanım özellikleri üzerinde önemli iyileşmeler sağladığını göstermektedir. Katkı oranı arttıkça, polipropilenin elastik modülü %57 oranında artmış ve mekanik sertlik belirgin şekilde iyileşmiştir; ancak %40 ve %50 gibi yüksek katkı oranlarında bazı mekanik özelliklerde azalmalar gözlemlenmiştir. Ayrıca, titanat uyumlaştırıcı ajanının katkı maddelerinin homojen dağılımını sağlayarak esneklik ve darbe dayanımını artırdığı da bulunmuştur. Çekme dayanımında, özellikle %40 ve %50 katkı oranlarında belirgin azalma gözlemlenirken, titanat kaplamalı numunelerde çekme dayanımı daha az düşmüştür. Termal analizler, katkıların PP'nin ısıl özelliklerini iyileştirirken, aşırı katkı oranlarının olumsuz etkiler yaratabileceğini de göstermiştir. Termal iletkenlik, %20 hBN/SiC katkılı numunelerde saf PP'ye kıyasla %216 artarken, titanat kaplamalı numunelerde bu artış %248'e çıkmıştır. Bu sonuçlar, polipropilen bazlı nanokompozitlerin endüstriyel uygulamalar için potansiyel taşıdığını ve optimizasyon gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu çalışma, Doç. Dr. Meral AKKOYUN KURTLU'un yürütücüsü olduğu 223M505 numaralı TÜBİTAK 1002-A projesi kapsamında tamamlanmıştır.Öğe Çok kriterli karar verme ve yapay zeka teknikleri ile bulut servisi seçimi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Ergün, Pınar Simay; Şahin, HasanBu tez, bulut servisi seçim sürecinde Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKV) yöntemleri ve yapay zeka tekniklerinin kullanımını incelemektedir. Günümüzde bulut bilişim, işletmelerin dijital dönüşümünde kritik bir rol oynamaktadır ve doğru bulut servisi sağlayıcısını seçmek, organizasyonların operasyonel verimliliği için önemlidir. Ancak, bulut servisi seçiminde çok sayıda kriter ve alternatif bulunması, karar verme sürecini karmaşık hale getirmektedir. Bu çalışma, en uygun bulut hizmet sağlayıcısının belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bilgi teknolojileri alanında çalışan 6 uzman ile yapılan beyin fırtınası ve literatür taraması sonucunda, bulut hizmet sağlayıcısı seçiminde önemli olan 8 temel ölçüt Maliyet, Kullanıcı Dostu Arayüz ve Yönetim Araçları, Veri Yedekleme ve Kurtarma, Güvenlik, Entegrasyon, Destek ve Müşteri Hizmetleri, Performans, Uyumluluk belirlenmiştir. Tezde, bulut servisi seçim sürecinde ÇKKV yöntemlerinden AHP ve TOPSIS kullanılmıştır. AHP ile kriter ağırlıkları belirlenerek TOPSIS yöntemi ile en uygun bulut hizmet sağlayıcısı seçilmiştir. Bulut hizmet sağlayıcısı tahmininde makine öğrenmesi yöntemleri karşılaştırmalı olarak incelemiştir. Çalışmada, k-Nearest Neighbors, Random Forest, Neural Network ve Gradient Boosting algoritmaları tercih edilmiştir. Sonuçlara göre, MAE, MAPE ve RMSE kriterlerine göre en iyi tahmin yöntemi olarak kNN belirlenmiştir. Bu yaklaşım, karar vericilere, kriterler arasındaki dengeyi sağlamak ve büyük veri kümeleri üzerinde daha doğru analizler yapmak için kapsamlı bir çerçeve sunar. ÇKKV yöntemleri, kriterlerin önem derecelerini ve alternatiflerin sıralamasını belirlerken; yapay zeka teknikleri tahminleme yapar. Araştırmanın uygulama kısmında, bulut servis sağlayıcılarının değerlendirilmesi için veri toplama, ÇKKV ve yapay zeka yöntemlerinin uygulanması adımları detaylı olarak ele alınmıştır. Elde edilen sonuçlar, önerilen yaklaşımın, bulut servisi seçiminde daha hızlı, doğru ve etkili sonuçlar sağladığını göstermektedir. Sonuç olarak, bu tez bulut servisi seçimi gibi karmaşık karar verme süreçlerinde ÇKKV ve yapay zeka tekniklerinin nasıl kullanılacağına dair değerli bir yöntem sunmakta ve bu yaklaşımın avantajlarını, sınırlamalarını belirlemekte, ayrıca gelecekteki çalışmalar için önerilerde bulunmaktadır. Bu yaklaşım, işletmelerin bulut hizmetlerini daha etkin bir şekilde seçmelerine yardımcı olarak, daha verimli ve rekabetçi bir dijital ortam yaratmalarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.Öğe Yaşar Kemal'in romanlarında toplumsal yapı(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Yalın, Başak; Ahmedi, Ekber ŞahToplum, karmaşık ilişki ağına işaret eden dinamik bir yapıya sahiptir. Toplumsal yapı ise, esnek bir kavram olup zamana ve mekâna göre farklılık gösterebilmektedir. Edebiyat, insan ile ilgilendiği için insanlar arası ilişkiler ve toplumsal yaşam edebiyatın konusu olmuştur. Edebiyat sosyolojisi, edebi eserlerde işlenen toplumsal yapı ile ilgilenmektedir. Edebi eserlerde toplumun yaşayış tarzını, dönemin sosyal ve siyasal yapısını incelemek mümkün olmaktadır. Türk edebiyat tarihinde de toplumsal yapıyı eserlerinde işleyen birçok yazar mevcuttur. Edebiyat kurgudan beslenen bir alan olsa da toplumsal gerçekleri de içinde barındırmaktadır. Yazarlar da toplumun bir parçasıdır ve kaleme aldıkları eserlerde toplumun etkisi görülebilir. Yazarların yaşadıkları toplumdan etkilenmiş olması ve eserlerine gözlemlerini aktarması doğaldır. Türkiye'nin önemli toplumsal gerçekçi yazarlarından biri olan Yaşar Kemal, eserlerinde toplumu ve toplumsal değerleri titizlikle işlemiştir. Yazarın romanlarında dönemin tarihi, toplum yaşantısı, inanç ve değer sistemleri hakkında bilgiler bulunmaktadır. Özellikle köy romanları ile dikkat çeken yazarın birçok eseri ülke ve dünya genelinde büyük ilgi görmüştür. Çağının en önemli yazarlarından olan Kemal'in eserleri günümüzde de büyük ilgi görmektedir. Yazarlık kimliğinin yanı sıra toplumsal eleştirileri ile gündemde olmuştur. Türkiye'nin var olan toplumsal sorunlarının ve eksiklerinin çözümlenmesi için çalışmış ve fikirleri uğruna mücadele etmekten geri durmamıştır. Kemal, Türk köylüsünü gerçekçi bir biçimde eserlerine yansıtmış ve köylünün sıkıntılarını romanları aracılığıyla anlatmıştır. Çukurova insanını temel alarak ülkenin başka bölgelerinde yaşayan insanların da sorunlarına değinmiştir. Kemal, eserlerinde doğa betimlerine ağırlık vermiş ve Çukurova'yı bütün doğal güzellikleriyle okuyucuya anlatmıştır. Küçüklüğünden itibaren sanat ile iç içe olan yazarın zorlu yaşamı insanlara olan sevgisini köreltmemiştir. Yazar, romanlarında insana dair sevgisini ve umudunu işlemiştir. Romanlarda, karakterlerin düşünceleri ve eylemleri gerçekçi bir biçimde okuyucuya sunulmuştur. Betimlemeler ile zenginleşen eserler, anlatılan döneme ışık tutmuştur. Bu çalışmada, Erken Cumhuriyet Dönemi toplumsal yaşamı Yaşar Kemal'in eserleri çerçevesinde incelenerek analiz edilmeye çalışılmıştır. Araştırmada, nitel veri toplama tekniklerinden olan doküman incelemesi kullanılmıştır. Romanlardan elde edilen bulgular ışığında dönemin toplumsal yapısı hakkında çıkarımlar yapılmıştır. Verilerin özetlenmesi ve yorumlanmasında nitel araştırma yöntemlerinden betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır.Öğe X, Y ve Z kuşaklarının kamusal mekan algı ve kullanımındaki farklılaşma; Bursa örneği(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Namazlı, Reyhan; Kılınç Ürkmez, GökçenTemelde insanlar için tasarlanan mekânlar, özellikle toplumun tüm kesimlerine hitap eden kentsel kamusal mekanlar, dinamik yapılara sahiptir ve zamanla değişmektedir. Şehrin önemli bir parçası olan kamusal mekanlar, insanların toplumsal etkileşimlerini, kimliklerini ve kültürel değerlerini ifade etmelerine olanak tanımaktadır. Mimari mekânlar tek bir kişi için tasarlanırken, kamusal mekanlar toplumun genel beklentilerine cevap verecek şekilde tasarlanmaktadır. Tasarlanan bu mekanlar bireylerin algılama ve kullanımı açısından farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların temel sebeplerinden biri de kuşak kavramıdır. Kuşaklar belirli bir tarih aralığında doğan ve benzer sosyal, kültürel ve teknolojik deneyimlere sahip olan grupları ifade eder. Her kuşağın farklı değerleri, tercihleri ve iletişim şekilleri vardır. Bu da kamusal mekanları algılamada ve kullanımda farklılıklara yol açabilmektedir. Kuşak kavramının gerektirdiği fiziksel, mekânsal ve algısal özellikler farklı olduğu gibi bir şehrin veya yerin okunabilirliği veya algılanabilirliği de farklıdır. Bu çalışma X, Y, Z kuşağının kamusal mekân algısını ve kuşaklararası mekân kullanım farklılaşmasını konu edinerek, kamusal mekan kullanım tercihlerini öğrenmek ve buna göre iyileştirme önerileri sunmak amacı ile Bursa kentinin kamusal mekan olarak yoğun kullanılan üç alanında; Cumhuriyet caddesi, Atatürk caddesi ve Akademik cadde üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu caddelerin tercih edilme nedeni; bir arada yaşayan ve toplumu oluşturan kuşakların kamusal mekân tercihlerinin karşılaştırmalı bir bakış açısıyla değerlendirmektir. Çalışmada, X, Y ve Z kuşaklarının her bir caddede 60 kişi olmak üzere toplamda 180 anket ve her kuşaktan 2'er kişi olmak üzere toplamda 18 katılımcı ile derinlemesine görüş yapılarak, kamusal mekan olarak ele alınan caddelerin kullanıcıya sunduğu fiziksel ve sosyal/aktivite niteliği, psikolojik etkisinin değerlendirilmesi ve kullanıcının tercihlerine göre farklılaşan mekan deneyimi incelenmiştir. Veriler, nitel ve nicel araştırma yöntemleri kullanılarak, SPSS ve QDA Miner (Lite) programında analiz edilmiştir. Bu araştırma, kamusal mekanın her kesime uygun şekilde tasarlanması ve canlandırılması için getirdiği öneriler açısından önemlidir. X kuşağı, genellikle kamusal mekânları huzur ve dinginlik arayışları doğrultusunda değerlendirirken, yeşil alanlar ve doğayla iç içe mekânları tercih etmektedir. Y kuşağı, sosyal etkileşim ve hareketlilik arayışıyla meydanlar, geniş açık alanlar ve sosyal etkinlik mekanları tercih etmektedir. Z kuşağı ise teknolojik ve estetik unsurların ön planda olduğu modern mekânları tercih etmektedir. Aynı zamanda Z kuşağı, sosyal medya uyumlu, estetik ve fotojenik alanları önemli bulmakta, kamusal mekânların ulaşım kolaylığı ve görsel çekiciliğine de büyük önem vermektedir. Kamusal mekânların kuşaklar arası farklılıkları dikkate alarak tasarlanması, bu mekânların daha verimli ve etkili kullanılmasını sağlayacaktır. Çalışma sonucundan yola çıkarak kamusal mekânların düzenli olarak temizlenmesi, güvenlik önlemlerinin artırılması ve kent mobilyalarının yeterli sayıda olması, kullanıcıların bu mekânlarda daha rahat ve huzurlu vakit geçirmesini sağlayacaktır. Sonuç olarak, farklı kuşakların ihtiyaç ve beklentilerini karşılayan kamusal mekânların tasarlanması, toplumsal etkileşimi artırarak daha yaşanabilir şehirler yaratılmasına katkıda bulunacaktır.Öğe Uzun kısa süreli bellek (LSTM) kullanarak İstanbul ve civarı için deprem eğilimi tahmini(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Karakuş, Yasin; Altuntaş, VolkanDoğal afetler, genellikle insanların kontrolü dışında gerçekleşen ve gerçekleşmesi neticesinde başta can ve mal kayıpları olmakla birlikte ekonomik, çevresel, sağlıksal ve daha nice kayıplara yol açan olaylardır. Bu doğal afetlerden birisi olan depremler ile ülkemiz tarihinde sıkça karşılaşılmaktadır. Birçok ülke, kurum ve kişi tarafından depremlerin yıkıcı etkilerini en aza indirmek için çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalardan birisi de depremi gerçekleşmeden önceden yeri, zamanı ve büyüklüğüyle tahmin edebilen deprem tahmin çalışmalarıdır. Depremin önceden tahmin edilebilmesi can ve mal kaybını büyük oranda azaltma potansiyeline sahip olduğu için hayati öneme sahip ve depremlerin sürekli yaşanıyor olmalarıyla birlikte popülerliğini hiç kaybetmeyen bir konudur. Aynı zamanda depremlerin oluşumunun çok yüksek karmaşıklıktaki süreçleri içermesi ve analiz edilmesi zor olan çok sayıda faktöre bağlı olmasından dolayı oldukça zor bir konudur. Deprem tahmini üzerine mevcut çalışmalar, kullanılan metodolojilere göre matematiksel analiz, öncüllerin araştırılması, geleneksel makine öğrenmesi ve derin öğrenme olmak üzere dört farklı başlık altında incelenebilmektedir. Öncüller olarak isimlendirilen verilerin kullanıldığı çalışmalar her depremden önce meydana gelmediği için bu verileri kullanan algoritmaları genelleştirmek ve standart hale getirmek oldukça zordur. Matematiksel analiz yöntemleri kısıtlı verilerle çalıştıkları ve düşük başarı sonuçları elde ettikleri için pek tercih edilmemektedirler. Geleneksel makine öğrenmesi deprem tahmininde kullanılan önemli yöntemlerden birisidir. Derin öğrenme yöntemleri, karmaşık problemleri çözmedeki başarısı nedeniyle deprem tahmininde son zamanlardaki en popüler yöntemlerdir. Uluslararası mecralarda deprem tahmini çalışmaları gerçekleştirildiği gibi ülkemizde de çeşitli yöntemler kullanılarak deprem tahmini çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Kahramanmaraş'ta meydana gelen depremlerle birlikte yaşamış olduğumuz can ve mal kayıplarının ardından gözler jeologların uzun zamandır üzerinde durduğu ve yapı stoğunun büyük bir çoğunluğunun eskiye dayandığı İstanbul'a çevrilmiştir. Ne yazık ki beklenen İstanbul depremi için İstanbul ve civarına yönelik yeterli sayıda deprem tahmini çalışması yapılmamıştır. Beklenen İstanbul depremi için bir deprem tahmin çalışması yapmak, deprem tahmini konusunda bir kaynak oluşturmak ve bu konuda çalışmalar yapmaya teşvik etmek amacıyla bu çalışmada İstanbul ve civarı için uzun kısa süreli bellek (LSTM) ve evrişimsel sinir ağları (CNN) kullanarak deprem tahmini çalışması yapılmıştır. Bu çalışmadan önce deprem ve deprem tahmin çalışmalarına dair genel bilgiler verilmiştir. Daha sonra deprem tahmini kısmı veri toplama, veri ön işleme, veri bölütleme, model eğitimi ve modellerin değerlendirilmesi aşamalarından oluşmaktadır. Veri toplama aşamasında İstanbul ve civarına ait son 25 yılın tarihsel deprem verileri AFAD'dan temin edilmiştir. Veri ön işleme aşamasında eksik veri tespiti ve veri normalizasyonu gerçekleştirilmiştir. Veri Bölütleme aşamasında veri xv seti eğitim ve test olmak üzere 2 kısma ayrılmıştır. Model eğitimi aşamasında LSTM ve CNN kullanılarak deprem tahmini modeli oluşturulmuştur. Deprem tahmin modeli girdi olarak deprem büyüklüğü, enlem, boylam ve derinlik verilerini ayrı ayrı ya da hep birlikte kullanarak deprem büyüklüğü, enlem, boylam ve derinlik tahminleri yapmaktadır. Model değerlendirme aşamasında deprem tahmin modeli ile birlikte parametreler, tarihsel veriler ve veri seti özellikleri ortalama mutlak hata, ortalama hata karesi ve ortalama mutlak yüzde hatası metrikleri kullanılarak test edilmiştir. Ek olarak eğitilen modeller, modellerin geçerliliğini ölçmek amacıyla bir diğer deprem beklenen yerler arasında olan Bingöl – Karlıova civarı için de test edilmiştir. Testler sonucunda İstanbul ve civarı için kabul edilebilir başarı oranına sahip bir deprem tahmin çalışması gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte bu problem özelinde LSTM ve CNN modellerin ne kadar başarılı oldukları, hangi zaman aralığına ait verilerin kullanımının daha başarılı sonuçlar üretebileceği, özelliklerin öğrenmeye olan katkısı ve hangi parametrelerin daha kullanışlı olduğuna yönelik bilgiler edinilmiştir.Öğe Türkiye'de hazır giyim sektörünün rekabet gücü: Markalaşma yönüyle bir değerlendirme(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Gümüş, Bahar; Çakırca, BurakHazır giyim sektörü, rekabet gücü kavramının önemli araçlarından birisi olarak nitelendirilebilmektedir. Günümüz itibarıyla globalleşmenin de etkisiyle imalatçı firmalar yalnızca bulundukları ülkelerde bulunan işletmelerle değil, aynı zamanda dünya çapında aynı iş kolunda çalışma yapan diğer firmalarla da rekabet halindedirler. Gerçekleşen ekonomik durumlar ve değişebilen rekabet sistemi, işletmeler ve ülkeler açısından rekabet edebilmeyi daha da zorlaştırabilmektedir. Bir işletmenin rekabet gücüne sahip olabilmesi, işletmelerin en iyi fiyatlandırmayı sunarak, ürünlerini ise en nitelikli şekilde imal ederek, mümkün olan en çabuk şekilde alıcılarına ulaştırabilmesi gibi unsurlara bağlı olabilmektedir. Özellikle 1980 yılı itibarıyla Türkiye, ihracata dayalı, dışa açılma stratejisiyle, global pazarda, tekstil ve hazır giyimde öncü ülkelerden olmuştur. Türk Hazır giyim konfeksiyon sektörü, oluşturduğu istihdam, gerçekleştirdiği ihracat faaliyetleri ile Türkiye'nin ekonomik anlamda büyümesine katkı sağlamaktadır. Hazır giyim sektörünün pazardaki varlığına devam edip rekabet üstünlüğü sağlayabilmesi için markalaşmanın önemi üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmada markalaşma kavramıyla ilgili çeşitli yayınlarla belgelerin bazı özellikleri, sorular çerçevesinde irdelenerek bibliyometrik analiz yöntemiyle incelenmiş ve çeşitli bulgular elde edilmiştir. Rekabet gücünün sektörler üzerindeki etkisinin açıklanabilmesi için, Michael E. Porter'ın ortaya koymuş olduğu Elmas Modeli en çok yararlanılan yaklaşımlardan olmaktadır. Bu yaklaşım doğrultusunda firmalar, rekabet edebilir duruma gelebilmek için, imalat proseslerinde bazı geliştirmeler yaparak gerek firma içinde gerekse firma dışında çeşitli uygulamalar yapmaktadırlar. Bu tezin amacı, Michael E. Porter'ın Elmas Modeli kapsamında Türkiye'nin hazır giyim sektörünün rekabet gücünü ele alarak, markalaşma bağlamında yorumlanması ve bibliyometrik analizinin yapılmasıdır. Bu bağlamda Porter'ın Elmas Modelinin analiziyle birlikte hazır giyim sektörü ve gelişimi ile ilgili öngörülerde bulunulmuştur. Hazır giyim sektörü özelinde markalaşma kavramının rekabet gücü üzerindeki etkisinin ne olduğunun belirlenmesine yönelik bir çalışma gerçekleştirilerek literatüre katkı sağlanılması amaçlanmıştır. Bu araştırmada elde edilen bulgular ışığında, Türkiye'nin öncelikle Avrupa Birliği olarak, küresel platformdaki rekabet gücünü devam ettirebilmesi için, teknolojik gelişmelere, AR-GE çalışmalarına önem vererek, verimlilikte artış gerçekleştirmesi gerektiği görülmektedir.Öğe Mühendislik öğrencilerinin başarılarını etkileyen kritik faktörlerin yapısal eşitlik modellemesi ile belirlenmesi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Demir, Delal; Şahin, HasanBu araştırma, Yükseköğretim Kurumlarının (YÖK) mühendislik programlarının, günümüzün rekabetçi küresel işgücü piyasasının taleplerine uygun mühendislik mezunları yetiştirme konusundaki zorluklarını incelemektedir. İşverenlerin endişeleri dikkate alınarak, mühendislik öğrencilerinin mezuniyet profillerinin geliştirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu gelişim, yalnızca teknik becerileri değil, aynı zamanda kültürel zekâ ve öz yeterlilik gibi bilişsel olmayan nitelikleri de içermelidir. Literatür analizi, mühendislik mezunları için kritik başarı faktörlerini belirleme konusunda önemli bilgiler sunmuştur. Bu faktörlere dayanarak, çalışma; deneyimsel öğrenme, akademik öz yeterlik, kültürel zekâ ve kendini algılayan istihdam edilebilirlik arasındaki bağlantıları vurgulayarak mühendislik eğitiminin kalitesini artırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, mühendislik öğrencilerinin yalnızca teknik bilgi değil, aynı zamanda pratik deneyim, öz yeterlilik duygusu, kültürel çeşitliliğe duyarlılık ve istihdam edilebilirlik konularında da yeteneklerini geliştirmeye odaklanarak iş dünyasındaki beklentilere daha etkin yanıt vermelerini hedeflemektedir. Bu çalışma, yükseköğretim kurumlarının mühendislik eğitimini küresel ölçekte daha rekabetçi ve etkili hale getirmesine yardımcı olabilmektedir. Akademik öz yeterlik, öğrencilerin kendi yeteneklerini anlamalarına ve bu yetenekleri etkili bir şekilde kullanabilmelerine katkı sağlar. Kültürel zekâ, öğrencilere farklı kültürlerle etkileşim kurma ve kültürlerarası iletişim becerilerini geliştirme yeteneği kazandırır. Kendi kendine algılanan istihdam edilebilirlik ise, öğrencilerin kariyer hedeflerini tanımlamalarına ve iş dünyasındaki değişen ihtiyaçlara uyum sağlamalarına yardımcı olur. Bu modelin hayata geçirilmesiyle, YÖK'lerin mühendislik programlarını sürekli gözden geçirmesi ve güncellemesi teşvik edilebilmektedir. Teknoloji ve iş dünyasındaki hızlı değişimlere ayak uydurarak mühendislik eğitiminin güncel ve etkili kalmasını sağlayabilir. Sonuç olarak, YÖK mühendislik programları, mühendislik lisansüstü öğrencilerini yalnızca teknik bilgi değil, aynı zamanda iş dünyasının beklentilerine uygun geniş bir beceri yelpazesiyle donatarak daha rekabet avantajına sahip olmalarına olanak tanır. Bu çalışma, mühendislik eğitimini yalnızca bilgi vermekle kalmayıp, aynı zamanda öğrencilerin iş dünyasındaki zorluklara etkili bir şekilde yanıt vermelerini sağlayacak şekilde dönüştürme potansiyeline sahiptir.Öğe Metal-kaliks[4]aren komplekslerinin hidrojen adsorplama ve algılama özelliklerinin yoğunluk fonksiyoneli teorisi (DFT) ile incelenmesi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Yüksel, Numan; Fellah, Mehmet FerdiHidrojen yüksek ısıl değere sahip ve çevreyi kirletmeyen bir yakıt türüdür. Bu nedenle hidrojene olan ilgi günümüzde artmaktadır. Ancak hidrojen enerjisi üzerinde yapılan çalışmalar içerisindeki en önemli sorun hidrojenin güvenli depolanmasıdır. Hidrojenin gaz veya sıvı olarak depolanmasının çok ciddi dezavantajları vardır. Bu nedenle hidrojenin bir maddeye adsorplanarak depolanması önemli bir alternatif çalışma olarak görülmektedir. Son yıllarda, hidrojen adsorpsiyonu ve algılaması çalışmalarında metalo-organik komplekslere oldukça ilgi duyulmaktadır. Makrosiklik organik bileşiklerin metal kompleksleri üzerinde araştırmalar giderek artmaktadır. Çok çeşitli türevlendirilebilme özelliğine sahip olan kaliksaren makrosikliklerin hidrojen adsorpsiyon ve algılama çalışmaları yok denecek kadar azdır. Tez kapsamında yapılan bu çalışmada, adsorplanması veya algılanması istenilen analitin yapısı ile etkileşime girebilecek fonksiyonel gruplar ile kolaylıkla türevlendirilebilen kaliksaren bileşiklerinin hidrojen molekülünün adsorpsiyonunda ve algılanmasında kullanılabilecekleri gösterilmiştir. Tez çalışmasında Gaussian09 yazılımı kullanılarak DFT hesaplamaları gerçekleştirilmiştir. DFT hesaplamalarında wB97XD hibrit metodu, ve 6-31G(d,p)/LANL2DZ temel setleri kullanılmıştır. Çalışmada, temel kaliks[4]aren bileşiği olan p-tert-bütilkaliks[4]aren bileşiği ve ondan türetilen dört farklı yapılara sahip türevleri kullanılmıştır. Bu yapıların Cu, Fe, Ni ve Zn metal atomlarıyla kompleks oluşumları gerçekleştirilmiş ve hidrojen adsorpsiyon çalışmaları yürütülmüştür. En düşük adsorpsiyon enerji değerlerine sahip olan yapı C4-Cuhalka kompleks yapısı olarak belirlenmiştir. Bu kompleksin hidrojen molekülüne karşı adsorpsiyon enerji ve adsorpsiyon entalpi değerleri sırasıyla, -26,1 ve -28,6 kJ/mol olarak hesaplanmıştır. RDG analizlerine göre tüm adsorpsiyon proseslerinde van der Waals etkileşimleri baskındır. Yapıların H2 molekülüne karşı elektronik özellikleri incelendiğinde, C3-Fealt kompleksinin HOMO-LUMO band boşluğunda -78 kJ/mol'lük azalma meydana gelmiş, buna bağlı olarak elektriksel iletkenliğinde artma meydana gelmiştir. Ayrıca, en yüksek sensör tepki faktörü ve sensörün iş fonksiyonundaki en fazla değişime sahip yapı da C3-Fealt kompleksi olmuştur. Dolayısyla bu kompleks için oda sıcaklığında H2 sensörü olarak kullanılabileceği ortaya çıkmıştır. En iyi adsorpsiyon performansı gösteren C4-Cuhalka kompleksi üzerinde hidrojen depolama çalışmaları gerçekleştirilmiştir. 26 H2 molekülü adsorbe edebilen C4-Cuhalka kompleksinin gravimetrik hidrojen depolama kapasitesi %4,7 olarak hesaplanmıştır. Moleküler Dinamik hesaplamaları ile hem C3-Fealt kompleksi hem de C4-Cuhalka kompleksinin, çalışma sıcaklığında dinamik kararlılığını sürdürdükleri gözlemlenmiştir. Son olarak, hem hidrojen sensörü hem de hidrojen depolama malzemesi adayı olan C3-Fealt ve C4-Cuhalka komplekslerinin hidrojen molekülü ile etkileşimi, pertürbasyon analizi ile incelenmiş ve etkileşimde en yüksek stabilizasyon enerjilerine sahip atomlar belirlenmiştir. Gelecekte, bu çok yönlü makrosikliklerin farklı türevleri ile metal kompleks oluşumları incelenmeli ve güvenli hidrojen depolama malzemeleri olarak araştırma sayıları artırılmalıdr.Öğe Metal yüklü grafen yapılarının akciğer kanserinin ön tanısı için biyosensör olarak kullanılabilirliğine yönelik DFT çalışması(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Korucu, Şeyma; Fellah, Mehmet FerdiKansere dayalı artan vaka sıralamasında akciğer kanseri, tüm Dünya'da ve Türkiye'de en sık rastlanan ve ölüm riski en yüksek olan bir kanser türüdür. Akciğer ve bronş sisteminin ağrı duyusuna sahip olmaması nedeniyle, hastaların birçoğuna akciğer kanseri teşhisi konulduğunda ileri bir aşamadadır ve artık küratif tedavi mümkün değildir. İnsan nefes analizi, verilen nefeste bulunan uçucu organik bileşikleri (VOC) izleyerek bir bireyin klinik durumu hakkında bilgi edinme yöntemidir. VOC'ler, karbon bazlı biyobelirteçler olarak kullanılmak üzere insan nefesinin içeriğinde bulunan organik bileşikler olarak tanımlanmaktadır. Koku bileşiminin hastalıkla spesifik korelasyonu, nefes sensörlerinin altında yatan temel ilkedir. Kimyasal olarak etkileşimli malzemenin biyokimyasal moleküllerden yapıldığı biyobelirteçlere biyosensörler adı verilmektedir. Biyosensörler, kollektif koku alma reseptörleri sayesinde kokuları her bir kokuya özgü sinyal modellerine kodlar. Bu stratejiye kombinatoryal seçicilik denir ve elektronik burunlar olarak da bilinen nefes analizi biyosensörleri bu çalışma prensibine dayalı olarak analizlerini gerçekleştirmektedir. Bu tez çalışmasında, akciğer kanserinin ön tanısını geliştirmek amacıyla metal katkılı grafen yapıların biyosensör olarak kullanılabilirliği araştırılmıştır. Metal atomları (platin, paladyum, nikel, iridyum ve bakır) katkılanarak oluşturulan grafen yapıların akciğer kanserinin önemli biyobelirteçleri arasında yer alan anilin, tolüen, stiren ve benzen gazlarına karşı adsorpsiyon ve algılama özellikleri incelenmiştir. Yapılan tüm DFT hesaplamaları WB97XD metodu kullanılarak tamamlanmıştır. Elde edilen bulgulara göre belirlenen hedef gazlardan metal katkılı grafen yapılara önemli yük transferi gözlenmiştir. Sistemler üzerinde NBO analizi yapılmış ve anilin, tolüen, stiren ve benzen moleküllerinden grafen ve metal katkılı grafen yapılarına yük transferi olduğu sonucuna varılmıştır. Gözlenen en önemli etkileşim, -152,9 kJ/mol adsorpsiyon entalpi değeri ile stiren molekülünün iridyum katkılı grafen yapısı üzerine adsorpsiyonu olmuştur. Gibbs serbest enerjisi tüm yapılarda negatif olduğu için adsorpsiyon süreci tüm sistemlerde kendiliğinden gerçekleşmiştir. Yorumlanan verilere göre, gaz moleküllerinin bakır katkılı ve platin katkılı grafen yapısı üzerine adsorbe edilmesinden sonra HOMO-LUMO boşluğu (Eg) değerlerinde azalmalar ve iş fonksiyonunda (Φ) değişiklikler elde edilmiştir. Sonuç olarak, akciğer kanserinin ön teşhis aşamasında, bakır katkılı ve platin katkılı grafen yapıları, önemli biyobelirteçler arasında yer alan anilin, tolüen, stiren ve benzen gazlarını tespit etmek için bir sensör olarak kullanılma potansiyeline sahiptirler.Öğe Makine öğrenmesi kullanarak QAOA parametrelerinin iki şehirli gezgin satıcı problemi için optimizasyonu(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Engin, Burhan; Akbulut Özen, SongülBu tez çalışmasında, Kuantum Yaklaşık Optimizasyon Algoritması (QAOA) kullanılarak, iki şehirli Gezgin Satıcı Problemi'nin (TSP) çözümü ve QAOA parametrelerinin makine öğrenmesi ile optimize edilmesi ele alınmıştır. QAOA, kuantum hesaplama yöntemlerinden biri olup, klasik optimizasyon problemlerine etkin çözümler sunmaktadır. Çalışmanın amacı, QAOA yönteminin gamma ve beta parametrelerini optimize ederek, farklı makine öğrenmesi modelleri ile bu parametrelerin etkili bir şekilde tahmin edilmesini sağlamaktır. İlk aşamada, iki şehirli TSP problemi için QAOA yöntemi ile kuantum devreleri oluşturulmuş ve Aer Simülasyon kullanılarak simülasyonlar gerçekleştirilmiştir. Optimizasyon sürecinde gamma ve beta parametreleri çeşitli başlangıç değerleri ile test edilerek en iyi performansı sağlayan parametreler belirlenmiştir. Parametrelerin optimizasyonu sonucunda elde edilen gamma ve beta değerleri, problem mesafesine (distance) göre örneklenmiş ve sonuç olasılıkları (sol_rates) hesaplanmıştır. Farklı 5000 parametre ile yapılan hesaplamada optimizasyon için gereken veriler hazırlanmıştır. Elde edilen veriler, StandardScaler kullanılarak ölçeklendirilmiş ve bu verilerle Sinir Ağları Regresyonu, Destek Vektör Makineleri (SVM) ve Random Forest Regresyonu modelleri oluşturulmuştur. Modeller, verilen mesafe değeri için gamma ve beta parametrelerinin doğru sonucun olasılıklarını 0,2'den büyük yapacak şekilde tahmin etmeye yönelik olarak eğitilmiştir. Eğitim ve test aşamalarında, modellerin performansları değerlendirilmiş ve çok düşük R² ve çok yüksek Ortalama Kare Hata (MSE) değerleri elde edilmiştir. SVM ve Random Forest modellerinin tahminleri, kuantum bilgisayarı ve Aer Simülasyon kullanılarak 10 farklı problem üzerinde test edilmiştir. Sonuç olarak, SVM modelinin 4/10, Random Forest modelinin ise 3/10 oranında doğru sonuca yaklaştığı görülmüştür. Bu düşük performans değerlerine rağmen, çalışmada elde edilen sonuçlar, makine öğrenmesi parametrelerinin optimize edilmesi, model girdilerinin ve model çıktılarının değişkenlerinde yapılacak iyileştirmelerle gelecekte daha başarılı sonuçlar elde edilebileceğine işaret etmektedir. QAOA yöntemi ile elde edilen parametrelerin makine öğrenmesi yöntemleri kullanılarak başarılı bir şekilde tahmin edilebilmesi, klasik optimizasyon problemlerinin kuantum hesaplama yöntemleri ile çözümünde önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. Bu çalışma, QAOA yönteminin optimizasyon problemlerinde kullanımının yanı sıra, kuantum ve klasik hesaplama yöntemlerinin entegrasyonunun potansiyelini ortaya koymaktadır. Gelecekteki çalışmalar, daha karmaşık TSP problemleri ve diğer optimizasyon problemleri üzerinde benzer yaklaşımlar ile genişletilebilir.Öğe Lityum iyon bataryaların şarj yönetim sisteminin kesir dereceli model yapısı kullanılarak geliştirilmesi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Balkış, Emre; Düven, EkremGünlük hayatta ve endüstriyel alanda ihtiyaç duyulan enerji miktarının gün geçtikçe artması ve oluşan bu ihtiyacı gidermek için daha da fazla kullanılan fosil yakıtların çevreyi kirletmesi nedeniyle alternatif enerji kaynaklarının araştırılması zorunlu hale gelmiştir. Bu konuda bulunan ilk çözümlerden birisi elektrik enerjisini depolayarak doğrudan ihtiyaç duyulan alanda kullanıma sunmak olmuştur. Uygulama özelinde en bilinen kullanım ise fosil yakıt tüketen araçlar yerine geliştirilen elektrikli araçlardır. Bu dönüşümün en önemli unsurlarından birisini enerji depolama birimi olan bataryalardır. Farklı türleri bulunan bataryalar arasında Li-ion bataryalar, sağladıkları performans ve güvenlik özellikleri nedeniyle kullanımı en çok tercih edilen türdür. Bataryalardan uygun performansı almak ve bataryanın kullanım ömrünü mümkün olduğunca uzatmak için ayrıca bir batarya yönetim sistemine de ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada, batarya yönetim sistemlerinde şarj durumu tahmini için yapılan işlemlerde kesir dereceli batarya modeli kullanımı ve hesaplamalarda yapılan iyileştirmeler ile Li-ion batarya yönetim sistemlerinin daha etkin ve yüksek doğruluklu çalışmasını sağlayacak bir yaklaşım önerilmektedir. Buna göre; bu yöntemde öncelikli olarak, açık çevrim voltaj değişimlerini temsil eden PNGV (The Partnership for a New Generation of Vehicles) eşdeğer devre batarya modeli temel olarak alınmış, tam sayı dereceli ve kesir dereceli batarya modelleri oluşturulmuştur. Batarya modeli oluşturulmasından sonraki ön önemli unsurlardan birisi model parametrelerinin (katsayılarının) belirlenme kısmıdır. Bu aşamada, parametre belirleme problemini daha kolay hale getirmek için batarya referans veri seti, katmanlı bir yaklaşım ile alt parçalara (katmanlara) ayrılmış, farklı şarj durumlarını yansıtan her bir veri alt parçası (katmanı) üzerinden analiz ve veri çıkarımları ile parametre setleri belirlenmiştir. Parametre belirleme aşamasında tüm parametrelerin değişimi serbest bırakılmaktadır. Bu durum bazı parametrelerin olması gereken değerden çok az uzaklaşarak diğer parametrelerin doğruluğunun artmasına katkı sağlamaktadır. Parametreleri belirlenmiş olan batarya modellerine akım değeri girdisi uygulandığında oluşan gerilim değerleri ile veri setinde aynı akım değerlerine karşılık olan gerilim değerleri karşılaştırıldığında kesir dereceli modelin tam sayılı modele göre daha yakın sonuç verdiği görülmüştür. Çalışmada ikinci olarak üzerinde en fazla durulan konu, batarya yönetim sistemleri tarafından en çok gözlenen parametrelerden birisi olan şarj durumu (SoC) parametresinin tahmini için bir yöntem geliştirmek olmuştur. Bu amaçla, literatürde de kullanımı en çok tercih edilen gözleyicilerden birisi olan Luenberger gözleyici benimsenmiş ve yöntem içerisinde kullanılmıştır. Şarj durumu tahmini için yapılan hesaplamalarda önemli bir adım, batarya modellerinin açık çevrim voltaj eğrisinin doğrusallaştırması işlemidir. Bu işlem hem tam sayı dereceli hem de kesir dereceli modelde yapılmakla birlikte, kesir dereceli batarya modelindeki açık çevrim voltaj eğrisinde oluşan durum geçişlerinin ihmal edilmesi sonucu hata oluşmakta, bu da hesaplamalarda soruna yol açmaktadır. Bu noktada, doğrusallaştırmalarda oluşan hatayı gidermek için yeni bir yöntem önerilmiş bu sayede şarj durumu tahmininin doğruluğu arttırılmıştır. Sonuç olarak; kesir dereceli batarya modellemesi kullanılarak yapılan batarya şarj durumu hesaplaması, tam sayı dereceli model kullanılan hesaplamaya göre yaklaşık %0,4 daha iyi sonuçlar vermektedir. Bu çalışmada elde edilen ilk sonuçların farklı Li-ion bataryalarda da geçerli olup olmadığının gözlemlenmesi için deneysel ortamda elde edilen ikinci bir veri seti kullanılarak ilk çalışmadakine benzer yöntemlerle tam sayı dereceli ve kesir dereceli PNGV batarya modelinin parametreleri belirlenmiştir. İlk çalışmada elde edilen sonuçlara paralel olarak ikinci çalışmada da parametreleri belirlenen tam sayı dereceli ve kesirli dereceli modellere akım değeri girdisi uygulandığında oluşan gerilim değerleri ile veri setinde aynı akım değerlerine karşılık olan gerilim değerleri karşılaştırıldığında kesir dereceli modelin tam sayılı modele bir kez daha üstünlük sağladığı açıkça görülmektedir. Ayrıca parametreleri belirlenen PNGV batarya modelleri ile yapılan şarj durumu (SoC) tahmininde tam sayı dereceli model kullanılarak elde edilen sonuçlarda en yüksek hata yüzdesi %9 mertebelerine çıkarken kesir dereceli PNGV modeli ile yapılan şarj durumu (SoC) tahmininde en yüksek hata oranı %0,2'den küçüktür. Elde edilen sonuçlar gösteriyor ki yapılan çalışmalarda kesir dereceli PNGV batarya modelleri ile elde edilen sonuçlar daha iyidir.Öğe Komagataeibacter rhaeticus kullanılarak nanoparçacık katkılı bakteriyel selüloz üretimi ve karakterizasyonu(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Uğurel, CeydaBakteriyel selüloz (BS), biyoteknoloji alanında, özellikle sağlık ve doku mühendisliği gibi pek çok farklı uygulamada, saflığı, yüksek kristallik derecesi, su tutma kapasitesi, gerilme direnci ve geniş ölçekte uyum sağlama yeteneğine sahip olması nedeniyle kullanılmaktadır. Aynı zamanda, eklenen katkı malzemeleri ile antibakteriyel aktivite gibi önemli özellikler kazandırılabilmektedir. Bu çalışmada, Komagataeibacter rhaeticus K23 kullanılarak biyo-selüloz üretimi için optimum sıcaklık, pH, inokulum konsantrasyonu ve inkübasyon süresi değerleri Taguchi yöntemi ile belirlenmiştir. Deneyler sonucunda, maksimum BS üretimi için optimum parametreler, 32 °C, pH 5,5, 8 log KOB·mL−1 inokulum konsantrasyonu ve 14 gün inkübasyon süresi olarak tespit edilmiştir. Bu parametrelerden, BS verimini en çok etkileyen faktör inokulum konsantrasyonu olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, daha farklı inokulum konsantrasyonları (8,5, 9, 9,5, 10 ve 10,5 log KOB·mL−1) denenmiş ve 8 log KOB·mL−1 inokulum değeri diğer konsantrasyonlardan anlamlı ölçüde daha yüksek (p < 0,002) BS verimi sağlamıştır. Ayrıca, 14 gün inkübasyon süresi, 7, 9, 11,13, 15, 16, 17, 21 ve 28 gün olmak üzere diğer inkübasyon sürelerinden anlamlı ölçüde daha yüksek (p < 0,001) BS verimi ile sonuçlanmıştır. Bunların yanı sıra, Komagataeibacter rhaeticus tarafından optimize edilen parametreler ile üretilen BS'ye, sentezlenen çinko oksit (ZnO) nanoparçacıkları katılarak antimikrobiyal özellik kazanıp kazanmayacağı ve kristallik derecesi, su tutma kapasitesi, termal ve mekanik davranışı gibi özellikleri üzerine etkileri araştırılmıştır. BS-ZnO nanokompozit malzemeler, BS membranlarının %1 çinko oksit çözeltisine daldırılması ile elde edilmiştir. Daha sonra, ZnO çözeltisine daldırılmış membranlar 24 saat boyunca 37 °C'de kurutulmuştur. Nanokompozit malzemenin antibakteriyel özelliği, Gram-pozitif ve Gram-negatif bakteriyel suşlara (Escherichia coli ATCC 25922, Staphylococcus aureus ATCC 29213 ve Bacillus subtilis RSKK 388) karşı test edilmiş ve antibakteriyel aktivite göstermiştir. Aynı zamanda, üretilen BS-ZnO nanokompozitler XRD, SEM, FTIR, DSC, TGA, su tutma kapasitesi ve mekanik özellikler bakımından karakterize edilmiştir. XRD sonuçları, ZnO-NP'lerin hegzagonal wurtzite yapısına sahip olduğunu, SEM sonuçları ise ZnO-NP'lerin homojen dağılımını göstermiştir. ZnO-NP'lerin eklenmesi, BS membranının termal stabilitesini ve mekanik dayanıklılığını önemli ölçüde artırmıştır (p < 0,05) ve antibakteriyel aktivite kazanmasını sağlamıştır. Bununla beraber, Young modülü BS-ZnO nanokompozit için önemli ölçüde azalmış (p = 0.000) ve BS-ZnO nanokompozitinin su tutma kapasitesi, BS ile benzer bulunmuştur (p > 0,05). Bu çalışma, fonksiyonel ve daha stabil biyomalzemeler olarak BS-ZnO nanokompozitlerinin sentezlenmesine yönelik önemli ve yenilikçi bir yaklaşım sunmaktadır.Öğe Kapsüllenmiş bakteriler kullanılarak kendi kendini iyileştirebilen çimento esaslı kompozit üretimi(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Yıldırım, Musa; Bilir Özhan, HacerKendi kendini onarabilen bakterili çimentolu kompozitlerde efektif bir tedavi süreci için bakterileri çimentonun yarattığı iç ortamdan ve dış etkilerden korumak gereklidir. Bu sebeple bakterileri bir koruyucu kapsül içerisine alarak bu zararlı etkilerden koruma yöntemleri geliştirilmektedir. Ancak bu koruyucu kapsüllerin üretiminde kullanılan kimyasallar genellikle beton üretimi için oldukça pahalıdır ve bu kapsülleme işlemleri genellikle üstün teknik işlemler ve laboratuvar imkanları gerektirmektedir. Böylece ek maliyet ve kimyasal kullanımları yüzünden çevreye de zararlı bir etkisi olmaktadır. Oysaki bakteriyel iyileşmenin öne çıkan yanlarından biri doğal ve çevre dostu bir iyileşme yöntemi olmasıdır. Bu nedenle doğal fiberler kullanılarak daha kolay bir bakteri koruma sistemi geliştirilmiştir. Bu yöntemde doğal fiber içerisine bakteri sporları emdirilerek kullanılmaktadır. Böylece ilave bir kapsülleme işlemi ve malzeme kullanımı olmadan daha üstün bir yöntem geliştirilmiştir. Bu tez çalışmasında çay atıklarını bakteri için bir koruyucu çeper ve doğal fiber olarak kullanılması amaçlanmıştır. Çay atıkları dünya çapında çokça açığa çıkan bir atık olup, yüksek su emme oranına sahip fiber formunda bir atık tipidir. Çay atıklarının bu fiber formunun ve su emme özelliğinin bakteri emdirme yöntemi ile üretilmiş bakterili kompozitlerdeki efektifliği araştırılmıştır. Çay atığı içerisine Bacillus megaterium sporları emdirilmiştir ve harç karışımlarına %0,2, %0,4 ve %0,6 olmak üzere üç farklı oranda fiber olarak ikame edilmiştir. Kontrol harçları, bakterilerin direkt olarak karışıma eklendiği harçlar, bakterisiz çay atıklarının eklendiği harçlar ve bakterili çay atığı içeren seriler dahil olmak üzere toplam sekiz harç tipi üretilmiştir. Üretilen bu harçların bir kısmı üzerinde basınç yüklemeleri yapılarak ön hasarlı hale getirilmiştir. Ardından tüm numuneler 28 gün ve 90 gün boyunca su tankında kürlenmiştir. Bu ön hasarlı ve hasarsız harç numuneleri kullanılarak bakteri, çay atığı ve bakterili çay atıklarının harçların fiziksel, mekanik ve durabilite özelliklerine olan etkisi araştırılmıştır. Bu kapsamda yayılma, çatlak iyileşme, basınç dayanımı, eğilme dayanımı, ultrasonik ses geçiş hızı (UPV), su emme, kapiller yolla su emme, görünür porozite ve yüksek sıcaklık etkisi deneyleri yürütülmüştür. Son olarak taramalı elektron mikroskobu (SEM) kullanılarak alınan görüntülerde çay atığı ve bakteri ürünleri incelenmiştir. Elde edilen sonuçlar incelendiğinde, çay atıklarının başarılı bir şekilde bakterileri emerek muhafaza edebildiği ve bir arada kullanımlarının bakteriyel tedavi sisteminin etkinliğini ve süresini arttırdığı saptanmıştır. Çay atıkları doğal fiber etkileri sayesinde çatlakları kısıtlamıştır. Bu kısıtlanan çatlaklarda bakteriler daha etkin bir onarım sunarak 0,68 mm genişliğine kadar çatlak iyileştirmeyi başarmıştır. Bakterili çay atıkları harçların basınç ve eğilme dayanımlarını da arttırmıştır. Çay atıklarının fiber ve koruma etkisi ile bakterilerin kalsit üretme efektifliğini ve süresini uzatması sayesinde bakterili çay atığı içeren harçlar kontrol numunelerine göre %26,50 oranında daha yüksek basınç dayanımları ve %8,04 oranına varan daha yüksek eğilme dayanımları sergilemiştir. Çay atıklarının sağladığı ekstra su, bakteriler için daha uygun bir ortam ve iç kürleme etkisi yaratmıştır. Böylece daha yüksek miktarda kalsit oluşarak yapıdaki boşluklar doldurulmuştur. Bu yoğun yapı sayesinde bakterili çay atığı içeren harçlarda daha yüksek UPV değerleri, daha düşük su emme, kapilarite ve porozite değerleri saptanmıştır. Bakteri ürünü bu kalsitlerin ve çay atıklarının yüksek sıcaklık etkisi karşısında da harçlara dayanıklılık sağladığı saptanmıştır. Çay atıklarının sıcaklık tahliye özelliği ve bakterilerin yarattığı iyileşme sayesinde harçlarda oluşan çatlakları onarak yüksek sıcaklık karşısında da %101,98' e varan oranda daha yüksek artık basınç dayanımı değerleri sunmuştur. Ek olarak bakterili çay atığı içeren harçlar yüksek sıcaklık etkisi sonrası daha az ağırlık kaybı oranı görülürken, daha yüksek UPV değerleri sergilemiştir. SEM altında incelenen numunelerde çay atıkları etrafında kalsit oluşumlarının yoğunlaştığı görülmüştür. Bu da çay atıklarının bakterilere sağladığı olumlu şartları göstermiştir.Öğe İplik kompozisyonundaki yün lifi oranının iplik özellikleri üzerine etkilerinin araştırılması(Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Gebeş, Ferhan; Yıldırım, KenanAkrilik el örgü iplikleri kumaş haline dönüştürüldüklerinde kullanımları sırasında statik elektriklenme ve boncuklanma gözlenmektedir. Bu özellikler gibi kullanıma uygunluk özelliklerindeki problemler müşteri şikayetlerine yol açabilmektedir. Söz konusu problemlerin iyileştirilmesine yönelik her bir özellik için farklı yöntemler uygulanmaktadır. Bu yöntemlerden en yaygını ipliklere antistatik kimyasal uygulanması ve uzun elyaftan iplik üretimidir. Statik elektriklenmenin iyileştirilmesi için ipliklere uygulanan antistatik kimyasallar üretim esnasında çevre kirliliğine neden olurken kullanım esnasında da yıkama işleminden dolayı zamanla özelliğini kaybetmektedir. Bu yöntemlere alternatif olarak yün lifinin akrilik lifine göre daha az statik elektriklenme özelliğinden faydalanarak karışım ipliğin üretimi düşünülmüştür. Yün lifi pahalı bir lif olduğundan kabul edilebilir statik elektriklenmeyi karşılayacak yün-akrilik karışım oranının tespit edilmesi proje kapsamında amaçlanmıştır. Yün lifi mukavemeti akrilik lifi mukavemetinden daha düşük olduğundan oluşabilecek boncukların daha kısa sürede kumaş yüzeyinden kopacağı buna bağlı olarak kumaşın boncuklanma davranışını geliştireceği öngörülmektedir. Çalışma kapsamında hem akrilik hem yün lifi elyaf boyama ile renklendirilmiştir. Cer şeridi halindeki renkli lifler farklı şerit adetlerinde cer prosesinde karıştırılmıştır. 4 pasaj cer ile karşım homojenliği sağlanmıştır. Elde edilen cer şeridi yarı kamgarn metoduna göre ring iplik eğirme tekniği ile ipliğe dönüştürülmüştür. Tüm karışım ipliklerin büküm miktarı, iplik doğrusal yoğunluğu, büküm yönü sabit tutulmuştur. Bu ipliklerin iplik ve kumaş halinde iplik mukavemeti, iplik-metal sürtünme katsayısı, statik elektriklenme, tuşe ve boncuklanma özellikleri ölçülmüştür. Yün akrilik karışımları için karışımdaki yün oranı artışı; kopma mukavemeti ve yüzde kopma uzama oranını azaltmış tuşeyi kötüleştirmiş olup iplik-metal sürtünme katsayısını ve yüzeysel statik elektriklenme direncini artırmıştır. Boncuklanma davranışı üzerinde ise fark edilebilir bir değişim oluşturmamıştır.