Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 851
  • Öğe
    Yaşar Kemal'in romanlarında toplumsal yapı
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Yalın, Başak; Ahmedi, Ekber Şah
    Toplum, karmaşık ilişki ağına işaret eden dinamik bir yapıya sahiptir. Toplumsal yapı ise, esnek bir kavram olup zamana ve mekâna göre farklılık gösterebilmektedir. Edebiyat, insan ile ilgilendiği için insanlar arası ilişkiler ve toplumsal yaşam edebiyatın konusu olmuştur. Edebiyat sosyolojisi, edebi eserlerde işlenen toplumsal yapı ile ilgilenmektedir. Edebi eserlerde toplumun yaşayış tarzını, dönemin sosyal ve siyasal yapısını incelemek mümkün olmaktadır. Türk edebiyat tarihinde de toplumsal yapıyı eserlerinde işleyen birçok yazar mevcuttur. Edebiyat kurgudan beslenen bir alan olsa da toplumsal gerçekleri de içinde barındırmaktadır. Yazarlar da toplumun bir parçasıdır ve kaleme aldıkları eserlerde toplumun etkisi görülebilir. Yazarların yaşadıkları toplumdan etkilenmiş olması ve eserlerine gözlemlerini aktarması doğaldır. Türkiye'nin önemli toplumsal gerçekçi yazarlarından biri olan Yaşar Kemal, eserlerinde toplumu ve toplumsal değerleri titizlikle işlemiştir. Yazarın romanlarında dönemin tarihi, toplum yaşantısı, inanç ve değer sistemleri hakkında bilgiler bulunmaktadır. Özellikle köy romanları ile dikkat çeken yazarın birçok eseri ülke ve dünya genelinde büyük ilgi görmüştür. Çağının en önemli yazarlarından olan Kemal'in eserleri günümüzde de büyük ilgi görmektedir. Yazarlık kimliğinin yanı sıra toplumsal eleştirileri ile gündemde olmuştur. Türkiye'nin var olan toplumsal sorunlarının ve eksiklerinin çözümlenmesi için çalışmış ve fikirleri uğruna mücadele etmekten geri durmamıştır. Kemal, Türk köylüsünü gerçekçi bir biçimde eserlerine yansıtmış ve köylünün sıkıntılarını romanları aracılığıyla anlatmıştır. Çukurova insanını temel alarak ülkenin başka bölgelerinde yaşayan insanların da sorunlarına değinmiştir. Kemal, eserlerinde doğa betimlerine ağırlık vermiş ve Çukurova'yı bütün doğal güzellikleriyle okuyucuya anlatmıştır. Küçüklüğünden itibaren sanat ile iç içe olan yazarın zorlu yaşamı insanlara olan sevgisini köreltmemiştir. Yazar, romanlarında insana dair sevgisini ve umudunu işlemiştir. Romanlarda, karakterlerin düşünceleri ve eylemleri gerçekçi bir biçimde okuyucuya sunulmuştur. Betimlemeler ile zenginleşen eserler, anlatılan döneme ışık tutmuştur. Bu çalışmada, Erken Cumhuriyet Dönemi toplumsal yaşamı Yaşar Kemal'in eserleri çerçevesinde incelenerek analiz edilmeye çalışılmıştır. Araştırmada, nitel veri toplama tekniklerinden olan doküman incelemesi kullanılmıştır. Romanlardan elde edilen bulgular ışığında dönemin toplumsal yapısı hakkında çıkarımlar yapılmıştır. Verilerin özetlenmesi ve yorumlanmasında nitel araştırma yöntemlerinden betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır.
  • Öğe
    X, Y ve Z kuşaklarının kamusal mekan algı ve kullanımındaki farklılaşma; Bursa örneği
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Namazlı, Reyhan; Kılınç Ürkmez, Gökçen
    Temelde insanlar için tasarlanan mekânlar, özellikle toplumun tüm kesimlerine hitap eden kentsel kamusal mekanlar, dinamik yapılara sahiptir ve zamanla değişmektedir. Şehrin önemli bir parçası olan kamusal mekanlar, insanların toplumsal etkileşimlerini, kimliklerini ve kültürel değerlerini ifade etmelerine olanak tanımaktadır. Mimari mekânlar tek bir kişi için tasarlanırken, kamusal mekanlar toplumun genel beklentilerine cevap verecek şekilde tasarlanmaktadır. Tasarlanan bu mekanlar bireylerin algılama ve kullanımı açısından farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların temel sebeplerinden biri de kuşak kavramıdır. Kuşaklar belirli bir tarih aralığında doğan ve benzer sosyal, kültürel ve teknolojik deneyimlere sahip olan grupları ifade eder. Her kuşağın farklı değerleri, tercihleri ve iletişim şekilleri vardır. Bu da kamusal mekanları algılamada ve kullanımda farklılıklara yol açabilmektedir. Kuşak kavramının gerektirdiği fiziksel, mekânsal ve algısal özellikler farklı olduğu gibi bir şehrin veya yerin okunabilirliği veya algılanabilirliği de farklıdır. Bu çalışma X, Y, Z kuşağının kamusal mekân algısını ve kuşaklararası mekân kullanım farklılaşmasını konu edinerek, kamusal mekan kullanım tercihlerini öğrenmek ve buna göre iyileştirme önerileri sunmak amacı ile Bursa kentinin kamusal mekan olarak yoğun kullanılan üç alanında; Cumhuriyet caddesi, Atatürk caddesi ve Akademik cadde üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu caddelerin tercih edilme nedeni; bir arada yaşayan ve toplumu oluşturan kuşakların kamusal mekân tercihlerinin karşılaştırmalı bir bakış açısıyla değerlendirmektir. Çalışmada, X, Y ve Z kuşaklarının her bir caddede 60 kişi olmak üzere toplamda 180 anket ve her kuşaktan 2'er kişi olmak üzere toplamda 18 katılımcı ile derinlemesine görüş yapılarak, kamusal mekan olarak ele alınan caddelerin kullanıcıya sunduğu fiziksel ve sosyal/aktivite niteliği, psikolojik etkisinin değerlendirilmesi ve kullanıcının tercihlerine göre farklılaşan mekan deneyimi incelenmiştir. Veriler, nitel ve nicel araştırma yöntemleri kullanılarak, SPSS ve QDA Miner (Lite) programında analiz edilmiştir. Bu araştırma, kamusal mekanın her kesime uygun şekilde tasarlanması ve canlandırılması için getirdiği öneriler açısından önemlidir. X kuşağı, genellikle kamusal mekânları huzur ve dinginlik arayışları doğrultusunda değerlendirirken, yeşil alanlar ve doğayla iç içe mekânları tercih etmektedir. Y kuşağı, sosyal etkileşim ve hareketlilik arayışıyla meydanlar, geniş açık alanlar ve sosyal etkinlik mekanları tercih etmektedir. Z kuşağı ise teknolojik ve estetik unsurların ön planda olduğu modern mekânları tercih etmektedir. Aynı zamanda Z kuşağı, sosyal medya uyumlu, estetik ve fotojenik alanları önemli bulmakta, kamusal mekânların ulaşım kolaylığı ve görsel çekiciliğine de büyük önem vermektedir. Kamusal mekânların kuşaklar arası farklılıkları dikkate alarak tasarlanması, bu mekânların daha verimli ve etkili kullanılmasını sağlayacaktır. Çalışma sonucundan yola çıkarak kamusal mekânların düzenli olarak temizlenmesi, güvenlik önlemlerinin artırılması ve kent mobilyalarının yeterli sayıda olması, kullanıcıların bu mekânlarda daha rahat ve huzurlu vakit geçirmesini sağlayacaktır. Sonuç olarak, farklı kuşakların ihtiyaç ve beklentilerini karşılayan kamusal mekânların tasarlanması, toplumsal etkileşimi artırarak daha yaşanabilir şehirler yaratılmasına katkıda bulunacaktır.
  • Öğe
    Uzun kısa süreli bellek (LSTM) kullanarak İstanbul ve civarı için deprem eğilimi tahmini
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Karakuş, Yasin; Altuntaş, Volkan
    Doğal afetler, genellikle insanların kontrolü dışında gerçekleşen ve gerçekleşmesi neticesinde başta can ve mal kayıpları olmakla birlikte ekonomik, çevresel, sağlıksal ve daha nice kayıplara yol açan olaylardır. Bu doğal afetlerden birisi olan depremler ile ülkemiz tarihinde sıkça karşılaşılmaktadır. Birçok ülke, kurum ve kişi tarafından depremlerin yıkıcı etkilerini en aza indirmek için çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalardan birisi de depremi gerçekleşmeden önceden yeri, zamanı ve büyüklüğüyle tahmin edebilen deprem tahmin çalışmalarıdır. Depremin önceden tahmin edilebilmesi can ve mal kaybını büyük oranda azaltma potansiyeline sahip olduğu için hayati öneme sahip ve depremlerin sürekli yaşanıyor olmalarıyla birlikte popülerliğini hiç kaybetmeyen bir konudur. Aynı zamanda depremlerin oluşumunun çok yüksek karmaşıklıktaki süreçleri içermesi ve analiz edilmesi zor olan çok sayıda faktöre bağlı olmasından dolayı oldukça zor bir konudur. Deprem tahmini üzerine mevcut çalışmalar, kullanılan metodolojilere göre matematiksel analiz, öncüllerin araştırılması, geleneksel makine öğrenmesi ve derin öğrenme olmak üzere dört farklı başlık altında incelenebilmektedir. Öncüller olarak isimlendirilen verilerin kullanıldığı çalışmalar her depremden önce meydana gelmediği için bu verileri kullanan algoritmaları genelleştirmek ve standart hale getirmek oldukça zordur. Matematiksel analiz yöntemleri kısıtlı verilerle çalıştıkları ve düşük başarı sonuçları elde ettikleri için pek tercih edilmemektedirler. Geleneksel makine öğrenmesi deprem tahmininde kullanılan önemli yöntemlerden birisidir. Derin öğrenme yöntemleri, karmaşık problemleri çözmedeki başarısı nedeniyle deprem tahmininde son zamanlardaki en popüler yöntemlerdir. Uluslararası mecralarda deprem tahmini çalışmaları gerçekleştirildiği gibi ülkemizde de çeşitli yöntemler kullanılarak deprem tahmini çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Kahramanmaraş'ta meydana gelen depremlerle birlikte yaşamış olduğumuz can ve mal kayıplarının ardından gözler jeologların uzun zamandır üzerinde durduğu ve yapı stoğunun büyük bir çoğunluğunun eskiye dayandığı İstanbul'a çevrilmiştir. Ne yazık ki beklenen İstanbul depremi için İstanbul ve civarına yönelik yeterli sayıda deprem tahmini çalışması yapılmamıştır. Beklenen İstanbul depremi için bir deprem tahmin çalışması yapmak, deprem tahmini konusunda bir kaynak oluşturmak ve bu konuda çalışmalar yapmaya teşvik etmek amacıyla bu çalışmada İstanbul ve civarı için uzun kısa süreli bellek (LSTM) ve evrişimsel sinir ağları (CNN) kullanarak deprem tahmini çalışması yapılmıştır. Bu çalışmadan önce deprem ve deprem tahmin çalışmalarına dair genel bilgiler verilmiştir. Daha sonra deprem tahmini kısmı veri toplama, veri ön işleme, veri bölütleme, model eğitimi ve modellerin değerlendirilmesi aşamalarından oluşmaktadır. Veri toplama aşamasında İstanbul ve civarına ait son 25 yılın tarihsel deprem verileri AFAD'dan temin edilmiştir. Veri ön işleme aşamasında eksik veri tespiti ve veri normalizasyonu gerçekleştirilmiştir. Veri Bölütleme aşamasında veri xv seti eğitim ve test olmak üzere 2 kısma ayrılmıştır. Model eğitimi aşamasında LSTM ve CNN kullanılarak deprem tahmini modeli oluşturulmuştur. Deprem tahmin modeli girdi olarak deprem büyüklüğü, enlem, boylam ve derinlik verilerini ayrı ayrı ya da hep birlikte kullanarak deprem büyüklüğü, enlem, boylam ve derinlik tahminleri yapmaktadır. Model değerlendirme aşamasında deprem tahmin modeli ile birlikte parametreler, tarihsel veriler ve veri seti özellikleri ortalama mutlak hata, ortalama hata karesi ve ortalama mutlak yüzde hatası metrikleri kullanılarak test edilmiştir. Ek olarak eğitilen modeller, modellerin geçerliliğini ölçmek amacıyla bir diğer deprem beklenen yerler arasında olan Bingöl – Karlıova civarı için de test edilmiştir. Testler sonucunda İstanbul ve civarı için kabul edilebilir başarı oranına sahip bir deprem tahmin çalışması gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte bu problem özelinde LSTM ve CNN modellerin ne kadar başarılı oldukları, hangi zaman aralığına ait verilerin kullanımının daha başarılı sonuçlar üretebileceği, özelliklerin öğrenmeye olan katkısı ve hangi parametrelerin daha kullanışlı olduğuna yönelik bilgiler edinilmiştir.
  • Öğe
    Türkiye'de hazır giyim sektörünün rekabet gücü: Markalaşma yönüyle bir değerlendirme
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Gümüş, Bahar; Çakırca, Burak
    Hazır giyim sektörü, rekabet gücü kavramının önemli araçlarından birisi olarak nitelendirilebilmektedir. Günümüz itibarıyla globalleşmenin de etkisiyle imalatçı firmalar yalnızca bulundukları ülkelerde bulunan işletmelerle değil, aynı zamanda dünya çapında aynı iş kolunda çalışma yapan diğer firmalarla da rekabet halindedirler. Gerçekleşen ekonomik durumlar ve değişebilen rekabet sistemi, işletmeler ve ülkeler açısından rekabet edebilmeyi daha da zorlaştırabilmektedir. Bir işletmenin rekabet gücüne sahip olabilmesi, işletmelerin en iyi fiyatlandırmayı sunarak, ürünlerini ise en nitelikli şekilde imal ederek, mümkün olan en çabuk şekilde alıcılarına ulaştırabilmesi gibi unsurlara bağlı olabilmektedir. Özellikle 1980 yılı itibarıyla Türkiye, ihracata dayalı, dışa açılma stratejisiyle, global pazarda, tekstil ve hazır giyimde öncü ülkelerden olmuştur. Türk Hazır giyim konfeksiyon sektörü, oluşturduğu istihdam, gerçekleştirdiği ihracat faaliyetleri ile Türkiye'nin ekonomik anlamda büyümesine katkı sağlamaktadır. Hazır giyim sektörünün pazardaki varlığına devam edip rekabet üstünlüğü sağlayabilmesi için markalaşmanın önemi üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmada markalaşma kavramıyla ilgili çeşitli yayınlarla belgelerin bazı özellikleri, sorular çerçevesinde irdelenerek bibliyometrik analiz yöntemiyle incelenmiş ve çeşitli bulgular elde edilmiştir. Rekabet gücünün sektörler üzerindeki etkisinin açıklanabilmesi için, Michael E. Porter'ın ortaya koymuş olduğu Elmas Modeli en çok yararlanılan yaklaşımlardan olmaktadır. Bu yaklaşım doğrultusunda firmalar, rekabet edebilir duruma gelebilmek için, imalat proseslerinde bazı geliştirmeler yaparak gerek firma içinde gerekse firma dışında çeşitli uygulamalar yapmaktadırlar. Bu tezin amacı, Michael E. Porter'ın Elmas Modeli kapsamında Türkiye'nin hazır giyim sektörünün rekabet gücünü ele alarak, markalaşma bağlamında yorumlanması ve bibliyometrik analizinin yapılmasıdır. Bu bağlamda Porter'ın Elmas Modelinin analiziyle birlikte hazır giyim sektörü ve gelişimi ile ilgili öngörülerde bulunulmuştur. Hazır giyim sektörü özelinde markalaşma kavramının rekabet gücü üzerindeki etkisinin ne olduğunun belirlenmesine yönelik bir çalışma gerçekleştirilerek literatüre katkı sağlanılması amaçlanmıştır. Bu araştırmada elde edilen bulgular ışığında, Türkiye'nin öncelikle Avrupa Birliği olarak, küresel platformdaki rekabet gücünü devam ettirebilmesi için, teknolojik gelişmelere, AR-GE çalışmalarına önem vererek, verimlilikte artış gerçekleştirmesi gerektiği görülmektedir.
  • Öğe
    Mühendislik öğrencilerinin başarılarını etkileyen kritik faktörlerin yapısal eşitlik modellemesi ile belirlenmesi
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Demir, Delal; Şahin, Hasan
    Bu araştırma, Yükseköğretim Kurumlarının (YÖK) mühendislik programlarının, günümüzün rekabetçi küresel işgücü piyasasının taleplerine uygun mühendislik mezunları yetiştirme konusundaki zorluklarını incelemektedir. İşverenlerin endişeleri dikkate alınarak, mühendislik öğrencilerinin mezuniyet profillerinin geliştirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu gelişim, yalnızca teknik becerileri değil, aynı zamanda kültürel zekâ ve öz yeterlilik gibi bilişsel olmayan nitelikleri de içermelidir. Literatür analizi, mühendislik mezunları için kritik başarı faktörlerini belirleme konusunda önemli bilgiler sunmuştur. Bu faktörlere dayanarak, çalışma; deneyimsel öğrenme, akademik öz yeterlik, kültürel zekâ ve kendini algılayan istihdam edilebilirlik arasındaki bağlantıları vurgulayarak mühendislik eğitiminin kalitesini artırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, mühendislik öğrencilerinin yalnızca teknik bilgi değil, aynı zamanda pratik deneyim, öz yeterlilik duygusu, kültürel çeşitliliğe duyarlılık ve istihdam edilebilirlik konularında da yeteneklerini geliştirmeye odaklanarak iş dünyasındaki beklentilere daha etkin yanıt vermelerini hedeflemektedir. Bu çalışma, yükseköğretim kurumlarının mühendislik eğitimini küresel ölçekte daha rekabetçi ve etkili hale getirmesine yardımcı olabilmektedir. Akademik öz yeterlik, öğrencilerin kendi yeteneklerini anlamalarına ve bu yetenekleri etkili bir şekilde kullanabilmelerine katkı sağlar. Kültürel zekâ, öğrencilere farklı kültürlerle etkileşim kurma ve kültürlerarası iletişim becerilerini geliştirme yeteneği kazandırır. Kendi kendine algılanan istihdam edilebilirlik ise, öğrencilerin kariyer hedeflerini tanımlamalarına ve iş dünyasındaki değişen ihtiyaçlara uyum sağlamalarına yardımcı olur. Bu modelin hayata geçirilmesiyle, YÖK'lerin mühendislik programlarını sürekli gözden geçirmesi ve güncellemesi teşvik edilebilmektedir. Teknoloji ve iş dünyasındaki hızlı değişimlere ayak uydurarak mühendislik eğitiminin güncel ve etkili kalmasını sağlayabilir. Sonuç olarak, YÖK mühendislik programları, mühendislik lisansüstü öğrencilerini yalnızca teknik bilgi değil, aynı zamanda iş dünyasının beklentilerine uygun geniş bir beceri yelpazesiyle donatarak daha rekabet avantajına sahip olmalarına olanak tanır. Bu çalışma, mühendislik eğitimini yalnızca bilgi vermekle kalmayıp, aynı zamanda öğrencilerin iş dünyasındaki zorluklara etkili bir şekilde yanıt vermelerini sağlayacak şekilde dönüştürme potansiyeline sahiptir.
  • Öğe
    Metal-kaliks[4]aren komplekslerinin hidrojen adsorplama ve algılama özelliklerinin yoğunluk fonksiyoneli teorisi (DFT) ile incelenmesi
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Yüksel, Numan; Fellah, Mehmet Ferdi
    Hidrojen yüksek ısıl değere sahip ve çevreyi kirletmeyen bir yakıt türüdür. Bu nedenle hidrojene olan ilgi günümüzde artmaktadır. Ancak hidrojen enerjisi üzerinde yapılan çalışmalar içerisindeki en önemli sorun hidrojenin güvenli depolanmasıdır. Hidrojenin gaz veya sıvı olarak depolanmasının çok ciddi dezavantajları vardır. Bu nedenle hidrojenin bir maddeye adsorplanarak depolanması önemli bir alternatif çalışma olarak görülmektedir. Son yıllarda, hidrojen adsorpsiyonu ve algılaması çalışmalarında metalo-organik komplekslere oldukça ilgi duyulmaktadır. Makrosiklik organik bileşiklerin metal kompleksleri üzerinde araştırmalar giderek artmaktadır. Çok çeşitli türevlendirilebilme özelliğine sahip olan kaliksaren makrosikliklerin hidrojen adsorpsiyon ve algılama çalışmaları yok denecek kadar azdır. Tez kapsamında yapılan bu çalışmada, adsorplanması veya algılanması istenilen analitin yapısı ile etkileşime girebilecek fonksiyonel gruplar ile kolaylıkla türevlendirilebilen kaliksaren bileşiklerinin hidrojen molekülünün adsorpsiyonunda ve algılanmasında kullanılabilecekleri gösterilmiştir. Tez çalışmasında Gaussian09 yazılımı kullanılarak DFT hesaplamaları gerçekleştirilmiştir. DFT hesaplamalarında wB97XD hibrit metodu, ve 6-31G(d,p)/LANL2DZ temel setleri kullanılmıştır. Çalışmada, temel kaliks[4]aren bileşiği olan p-tert-bütilkaliks[4]aren bileşiği ve ondan türetilen dört farklı yapılara sahip türevleri kullanılmıştır. Bu yapıların Cu, Fe, Ni ve Zn metal atomlarıyla kompleks oluşumları gerçekleştirilmiş ve hidrojen adsorpsiyon çalışmaları yürütülmüştür. En düşük adsorpsiyon enerji değerlerine sahip olan yapı C4-Cuhalka kompleks yapısı olarak belirlenmiştir. Bu kompleksin hidrojen molekülüne karşı adsorpsiyon enerji ve adsorpsiyon entalpi değerleri sırasıyla, -26,1 ve -28,6 kJ/mol olarak hesaplanmıştır. RDG analizlerine göre tüm adsorpsiyon proseslerinde van der Waals etkileşimleri baskındır. Yapıların H2 molekülüne karşı elektronik özellikleri incelendiğinde, C3-Fealt kompleksinin HOMO-LUMO band boşluğunda -78 kJ/mol'lük azalma meydana gelmiş, buna bağlı olarak elektriksel iletkenliğinde artma meydana gelmiştir. Ayrıca, en yüksek sensör tepki faktörü ve sensörün iş fonksiyonundaki en fazla değişime sahip yapı da C3-Fealt kompleksi olmuştur. Dolayısyla bu kompleks için oda sıcaklığında H2 sensörü olarak kullanılabileceği ortaya çıkmıştır. En iyi adsorpsiyon performansı gösteren C4-Cuhalka kompleksi üzerinde hidrojen depolama çalışmaları gerçekleştirilmiştir. 26 H2 molekülü adsorbe edebilen C4-Cuhalka kompleksinin gravimetrik hidrojen depolama kapasitesi %4,7 olarak hesaplanmıştır. Moleküler Dinamik hesaplamaları ile hem C3-Fealt kompleksi hem de C4-Cuhalka kompleksinin, çalışma sıcaklığında dinamik kararlılığını sürdürdükleri gözlemlenmiştir. Son olarak, hem hidrojen sensörü hem de hidrojen depolama malzemesi adayı olan C3-Fealt ve C4-Cuhalka komplekslerinin hidrojen molekülü ile etkileşimi, pertürbasyon analizi ile incelenmiş ve etkileşimde en yüksek stabilizasyon enerjilerine sahip atomlar belirlenmiştir. Gelecekte, bu çok yönlü makrosikliklerin farklı türevleri ile metal kompleks oluşumları incelenmeli ve güvenli hidrojen depolama malzemeleri olarak araştırma sayıları artırılmalıdr.
  • Öğe
    Metal yüklü grafen yapılarının akciğer kanserinin ön tanısı için biyosensör olarak kullanılabilirliğine yönelik DFT çalışması
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Korucu, Şeyma; Fellah, Mehmet Ferdi
    Kansere dayalı artan vaka sıralamasında akciğer kanseri, tüm Dünya'da ve Türkiye'de en sık rastlanan ve ölüm riski en yüksek olan bir kanser türüdür. Akciğer ve bronş sisteminin ağrı duyusuna sahip olmaması nedeniyle, hastaların birçoğuna akciğer kanseri teşhisi konulduğunda ileri bir aşamadadır ve artık küratif tedavi mümkün değildir. İnsan nefes analizi, verilen nefeste bulunan uçucu organik bileşikleri (VOC) izleyerek bir bireyin klinik durumu hakkında bilgi edinme yöntemidir. VOC'ler, karbon bazlı biyobelirteçler olarak kullanılmak üzere insan nefesinin içeriğinde bulunan organik bileşikler olarak tanımlanmaktadır. Koku bileşiminin hastalıkla spesifik korelasyonu, nefes sensörlerinin altında yatan temel ilkedir. Kimyasal olarak etkileşimli malzemenin biyokimyasal moleküllerden yapıldığı biyobelirteçlere biyosensörler adı verilmektedir. Biyosensörler, kollektif koku alma reseptörleri sayesinde kokuları her bir kokuya özgü sinyal modellerine kodlar. Bu stratejiye kombinatoryal seçicilik denir ve elektronik burunlar olarak da bilinen nefes analizi biyosensörleri bu çalışma prensibine dayalı olarak analizlerini gerçekleştirmektedir. Bu tez çalışmasında, akciğer kanserinin ön tanısını geliştirmek amacıyla metal katkılı grafen yapıların biyosensör olarak kullanılabilirliği araştırılmıştır. Metal atomları (platin, paladyum, nikel, iridyum ve bakır) katkılanarak oluşturulan grafen yapıların akciğer kanserinin önemli biyobelirteçleri arasında yer alan anilin, tolüen, stiren ve benzen gazlarına karşı adsorpsiyon ve algılama özellikleri incelenmiştir. Yapılan tüm DFT hesaplamaları WB97XD metodu kullanılarak tamamlanmıştır. Elde edilen bulgulara göre belirlenen hedef gazlardan metal katkılı grafen yapılara önemli yük transferi gözlenmiştir. Sistemler üzerinde NBO analizi yapılmış ve anilin, tolüen, stiren ve benzen moleküllerinden grafen ve metal katkılı grafen yapılarına yük transferi olduğu sonucuna varılmıştır. Gözlenen en önemli etkileşim, -152,9 kJ/mol adsorpsiyon entalpi değeri ile stiren molekülünün iridyum katkılı grafen yapısı üzerine adsorpsiyonu olmuştur. Gibbs serbest enerjisi tüm yapılarda negatif olduğu için adsorpsiyon süreci tüm sistemlerde kendiliğinden gerçekleşmiştir. Yorumlanan verilere göre, gaz moleküllerinin bakır katkılı ve platin katkılı grafen yapısı üzerine adsorbe edilmesinden sonra HOMO-LUMO boşluğu (Eg) değerlerinde azalmalar ve iş fonksiyonunda (Φ) değişiklikler elde edilmiştir. Sonuç olarak, akciğer kanserinin ön teşhis aşamasında, bakır katkılı ve platin katkılı grafen yapıları, önemli biyobelirteçler arasında yer alan anilin, tolüen, stiren ve benzen gazlarını tespit etmek için bir sensör olarak kullanılma potansiyeline sahiptirler.
  • Öğe
    Makine öğrenmesi kullanarak QAOA parametrelerinin iki şehirli gezgin satıcı problemi için optimizasyonu
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Engin, Burhan; Akbulut Özen, Songül
    Bu tez çalışmasında, Kuantum Yaklaşık Optimizasyon Algoritması (QAOA) kullanılarak, iki şehirli Gezgin Satıcı Problemi'nin (TSP) çözümü ve QAOA parametrelerinin makine öğrenmesi ile optimize edilmesi ele alınmıştır. QAOA, kuantum hesaplama yöntemlerinden biri olup, klasik optimizasyon problemlerine etkin çözümler sunmaktadır. Çalışmanın amacı, QAOA yönteminin gamma ve beta parametrelerini optimize ederek, farklı makine öğrenmesi modelleri ile bu parametrelerin etkili bir şekilde tahmin edilmesini sağlamaktır. İlk aşamada, iki şehirli TSP problemi için QAOA yöntemi ile kuantum devreleri oluşturulmuş ve Aer Simülasyon kullanılarak simülasyonlar gerçekleştirilmiştir. Optimizasyon sürecinde gamma ve beta parametreleri çeşitli başlangıç değerleri ile test edilerek en iyi performansı sağlayan parametreler belirlenmiştir. Parametrelerin optimizasyonu sonucunda elde edilen gamma ve beta değerleri, problem mesafesine (distance) göre örneklenmiş ve sonuç olasılıkları (sol_rates) hesaplanmıştır. Farklı 5000 parametre ile yapılan hesaplamada optimizasyon için gereken veriler hazırlanmıştır. Elde edilen veriler, StandardScaler kullanılarak ölçeklendirilmiş ve bu verilerle Sinir Ağları Regresyonu, Destek Vektör Makineleri (SVM) ve Random Forest Regresyonu modelleri oluşturulmuştur. Modeller, verilen mesafe değeri için gamma ve beta parametrelerinin doğru sonucun olasılıklarını 0,2'den büyük yapacak şekilde tahmin etmeye yönelik olarak eğitilmiştir. Eğitim ve test aşamalarında, modellerin performansları değerlendirilmiş ve çok düşük R² ve çok yüksek Ortalama Kare Hata (MSE) değerleri elde edilmiştir. SVM ve Random Forest modellerinin tahminleri, kuantum bilgisayarı ve Aer Simülasyon kullanılarak 10 farklı problem üzerinde test edilmiştir. Sonuç olarak, SVM modelinin 4/10, Random Forest modelinin ise 3/10 oranında doğru sonuca yaklaştığı görülmüştür. Bu düşük performans değerlerine rağmen, çalışmada elde edilen sonuçlar, makine öğrenmesi parametrelerinin optimize edilmesi, model girdilerinin ve model çıktılarının değişkenlerinde yapılacak iyileştirmelerle gelecekte daha başarılı sonuçlar elde edilebileceğine işaret etmektedir. QAOA yöntemi ile elde edilen parametrelerin makine öğrenmesi yöntemleri kullanılarak başarılı bir şekilde tahmin edilebilmesi, klasik optimizasyon problemlerinin kuantum hesaplama yöntemleri ile çözümünde önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. Bu çalışma, QAOA yönteminin optimizasyon problemlerinde kullanımının yanı sıra, kuantum ve klasik hesaplama yöntemlerinin entegrasyonunun potansiyelini ortaya koymaktadır. Gelecekteki çalışmalar, daha karmaşık TSP problemleri ve diğer optimizasyon problemleri üzerinde benzer yaklaşımlar ile genişletilebilir.
  • Öğe
    Lityum iyon bataryaların şarj yönetim sisteminin kesir dereceli model yapısı kullanılarak geliştirilmesi
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Balkış, Emre; Düven, Ekrem
    Günlük hayatta ve endüstriyel alanda ihtiyaç duyulan enerji miktarının gün geçtikçe artması ve oluşan bu ihtiyacı gidermek için daha da fazla kullanılan fosil yakıtların çevreyi kirletmesi nedeniyle alternatif enerji kaynaklarının araştırılması zorunlu hale gelmiştir. Bu konuda bulunan ilk çözümlerden birisi elektrik enerjisini depolayarak doğrudan ihtiyaç duyulan alanda kullanıma sunmak olmuştur. Uygulama özelinde en bilinen kullanım ise fosil yakıt tüketen araçlar yerine geliştirilen elektrikli araçlardır. Bu dönüşümün en önemli unsurlarından birisini enerji depolama birimi olan bataryalardır. Farklı türleri bulunan bataryalar arasında Li-ion bataryalar, sağladıkları performans ve güvenlik özellikleri nedeniyle kullanımı en çok tercih edilen türdür. Bataryalardan uygun performansı almak ve bataryanın kullanım ömrünü mümkün olduğunca uzatmak için ayrıca bir batarya yönetim sistemine de ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada, batarya yönetim sistemlerinde şarj durumu tahmini için yapılan işlemlerde kesir dereceli batarya modeli kullanımı ve hesaplamalarda yapılan iyileştirmeler ile Li-ion batarya yönetim sistemlerinin daha etkin ve yüksek doğruluklu çalışmasını sağlayacak bir yaklaşım önerilmektedir. Buna göre; bu yöntemde öncelikli olarak, açık çevrim voltaj değişimlerini temsil eden PNGV (The Partnership for a New Generation of Vehicles) eşdeğer devre batarya modeli temel olarak alınmış, tam sayı dereceli ve kesir dereceli batarya modelleri oluşturulmuştur. Batarya modeli oluşturulmasından sonraki ön önemli unsurlardan birisi model parametrelerinin (katsayılarının) belirlenme kısmıdır. Bu aşamada, parametre belirleme problemini daha kolay hale getirmek için batarya referans veri seti, katmanlı bir yaklaşım ile alt parçalara (katmanlara) ayrılmış, farklı şarj durumlarını yansıtan her bir veri alt parçası (katmanı) üzerinden analiz ve veri çıkarımları ile parametre setleri belirlenmiştir. Parametre belirleme aşamasında tüm parametrelerin değişimi serbest bırakılmaktadır. Bu durum bazı parametrelerin olması gereken değerden çok az uzaklaşarak diğer parametrelerin doğruluğunun artmasına katkı sağlamaktadır. Parametreleri belirlenmiş olan batarya modellerine akım değeri girdisi uygulandığında oluşan gerilim değerleri ile veri setinde aynı akım değerlerine karşılık olan gerilim değerleri karşılaştırıldığında kesir dereceli modelin tam sayılı modele göre daha yakın sonuç verdiği görülmüştür. Çalışmada ikinci olarak üzerinde en fazla durulan konu, batarya yönetim sistemleri tarafından en çok gözlenen parametrelerden birisi olan şarj durumu (SoC) parametresinin tahmini için bir yöntem geliştirmek olmuştur. Bu amaçla, literatürde de kullanımı en çok tercih edilen gözleyicilerden birisi olan Luenberger gözleyici benimsenmiş ve yöntem içerisinde kullanılmıştır. Şarj durumu tahmini için yapılan hesaplamalarda önemli bir adım, batarya modellerinin açık çevrim voltaj eğrisinin doğrusallaştırması işlemidir. Bu işlem hem tam sayı dereceli hem de kesir dereceli modelde yapılmakla birlikte, kesir dereceli batarya modelindeki açık çevrim voltaj eğrisinde oluşan durum geçişlerinin ihmal edilmesi sonucu hata oluşmakta, bu da hesaplamalarda soruna yol açmaktadır. Bu noktada, doğrusallaştırmalarda oluşan hatayı gidermek için yeni bir yöntem önerilmiş bu sayede şarj durumu tahmininin doğruluğu arttırılmıştır. Sonuç olarak; kesir dereceli batarya modellemesi kullanılarak yapılan batarya şarj durumu hesaplaması, tam sayı dereceli model kullanılan hesaplamaya göre yaklaşık %0,4 daha iyi sonuçlar vermektedir. Bu çalışmada elde edilen ilk sonuçların farklı Li-ion bataryalarda da geçerli olup olmadığının gözlemlenmesi için deneysel ortamda elde edilen ikinci bir veri seti kullanılarak ilk çalışmadakine benzer yöntemlerle tam sayı dereceli ve kesir dereceli PNGV batarya modelinin parametreleri belirlenmiştir. İlk çalışmada elde edilen sonuçlara paralel olarak ikinci çalışmada da parametreleri belirlenen tam sayı dereceli ve kesirli dereceli modellere akım değeri girdisi uygulandığında oluşan gerilim değerleri ile veri setinde aynı akım değerlerine karşılık olan gerilim değerleri karşılaştırıldığında kesir dereceli modelin tam sayılı modele bir kez daha üstünlük sağladığı açıkça görülmektedir. Ayrıca parametreleri belirlenen PNGV batarya modelleri ile yapılan şarj durumu (SoC) tahmininde tam sayı dereceli model kullanılarak elde edilen sonuçlarda en yüksek hata yüzdesi %9 mertebelerine çıkarken kesir dereceli PNGV modeli ile yapılan şarj durumu (SoC) tahmininde en yüksek hata oranı %0,2'den küçüktür. Elde edilen sonuçlar gösteriyor ki yapılan çalışmalarda kesir dereceli PNGV batarya modelleri ile elde edilen sonuçlar daha iyidir.
  • Öğe
    Komagataeibacter rhaeticus kullanılarak nanoparçacık katkılı bakteriyel selüloz üretimi ve karakterizasyonu
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Uğurel, Ceyda
    Bakteriyel selüloz (BS), biyoteknoloji alanında, özellikle sağlık ve doku mühendisliği gibi pek çok farklı uygulamada, saflığı, yüksek kristallik derecesi, su tutma kapasitesi, gerilme direnci ve geniş ölçekte uyum sağlama yeteneğine sahip olması nedeniyle kullanılmaktadır. Aynı zamanda, eklenen katkı malzemeleri ile antibakteriyel aktivite gibi önemli özellikler kazandırılabilmektedir. Bu çalışmada, Komagataeibacter rhaeticus K23 kullanılarak biyo-selüloz üretimi için optimum sıcaklık, pH, inokulum konsantrasyonu ve inkübasyon süresi değerleri Taguchi yöntemi ile belirlenmiştir. Deneyler sonucunda, maksimum BS üretimi için optimum parametreler, 32 °C, pH 5,5, 8 log KOB·mL−1 inokulum konsantrasyonu ve 14 gün inkübasyon süresi olarak tespit edilmiştir. Bu parametrelerden, BS verimini en çok etkileyen faktör inokulum konsantrasyonu olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, daha farklı inokulum konsantrasyonları (8,5, 9, 9,5, 10 ve 10,5 log KOB·mL−1) denenmiş ve 8 log KOB·mL−1 inokulum değeri diğer konsantrasyonlardan anlamlı ölçüde daha yüksek (p < 0,002) BS verimi sağlamıştır. Ayrıca, 14 gün inkübasyon süresi, 7, 9, 11,13, 15, 16, 17, 21 ve 28 gün olmak üzere diğer inkübasyon sürelerinden anlamlı ölçüde daha yüksek (p < 0,001) BS verimi ile sonuçlanmıştır. Bunların yanı sıra, Komagataeibacter rhaeticus tarafından optimize edilen parametreler ile üretilen BS'ye, sentezlenen çinko oksit (ZnO) nanoparçacıkları katılarak antimikrobiyal özellik kazanıp kazanmayacağı ve kristallik derecesi, su tutma kapasitesi, termal ve mekanik davranışı gibi özellikleri üzerine etkileri araştırılmıştır. BS-ZnO nanokompozit malzemeler, BS membranlarının %1 çinko oksit çözeltisine daldırılması ile elde edilmiştir. Daha sonra, ZnO çözeltisine daldırılmış membranlar 24 saat boyunca 37 °C'de kurutulmuştur. Nanokompozit malzemenin antibakteriyel özelliği, Gram-pozitif ve Gram-negatif bakteriyel suşlara (Escherichia coli ATCC 25922, Staphylococcus aureus ATCC 29213 ve Bacillus subtilis RSKK 388) karşı test edilmiş ve antibakteriyel aktivite göstermiştir. Aynı zamanda, üretilen BS-ZnO nanokompozitler XRD, SEM, FTIR, DSC, TGA, su tutma kapasitesi ve mekanik özellikler bakımından karakterize edilmiştir. XRD sonuçları, ZnO-NP'lerin hegzagonal wurtzite yapısına sahip olduğunu, SEM sonuçları ise ZnO-NP'lerin homojen dağılımını göstermiştir. ZnO-NP'lerin eklenmesi, BS membranının termal stabilitesini ve mekanik dayanıklılığını önemli ölçüde artırmıştır (p < 0,05) ve antibakteriyel aktivite kazanmasını sağlamıştır. Bununla beraber, Young modülü BS-ZnO nanokompozit için önemli ölçüde azalmış (p = 0.000) ve BS-ZnO nanokompozitinin su tutma kapasitesi, BS ile benzer bulunmuştur (p > 0,05). Bu çalışma, fonksiyonel ve daha stabil biyomalzemeler olarak BS-ZnO nanokompozitlerinin sentezlenmesine yönelik önemli ve yenilikçi bir yaklaşım sunmaktadır.
  • Öğe
    Kapsüllenmiş bakteriler kullanılarak kendi kendini iyileştirebilen çimento esaslı kompozit üretimi
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Yıldırım, Musa; Bilir Özhan, Hacer
    Kendi kendini onarabilen bakterili çimentolu kompozitlerde efektif bir tedavi süreci için bakterileri çimentonun yarattığı iç ortamdan ve dış etkilerden korumak gereklidir. Bu sebeple bakterileri bir koruyucu kapsül içerisine alarak bu zararlı etkilerden koruma yöntemleri geliştirilmektedir. Ancak bu koruyucu kapsüllerin üretiminde kullanılan kimyasallar genellikle beton üretimi için oldukça pahalıdır ve bu kapsülleme işlemleri genellikle üstün teknik işlemler ve laboratuvar imkanları gerektirmektedir. Böylece ek maliyet ve kimyasal kullanımları yüzünden çevreye de zararlı bir etkisi olmaktadır. Oysaki bakteriyel iyileşmenin öne çıkan yanlarından biri doğal ve çevre dostu bir iyileşme yöntemi olmasıdır. Bu nedenle doğal fiberler kullanılarak daha kolay bir bakteri koruma sistemi geliştirilmiştir. Bu yöntemde doğal fiber içerisine bakteri sporları emdirilerek kullanılmaktadır. Böylece ilave bir kapsülleme işlemi ve malzeme kullanımı olmadan daha üstün bir yöntem geliştirilmiştir. Bu tez çalışmasında çay atıklarını bakteri için bir koruyucu çeper ve doğal fiber olarak kullanılması amaçlanmıştır. Çay atıkları dünya çapında çokça açığa çıkan bir atık olup, yüksek su emme oranına sahip fiber formunda bir atık tipidir. Çay atıklarının bu fiber formunun ve su emme özelliğinin bakteri emdirme yöntemi ile üretilmiş bakterili kompozitlerdeki efektifliği araştırılmıştır. Çay atığı içerisine Bacillus megaterium sporları emdirilmiştir ve harç karışımlarına %0,2, %0,4 ve %0,6 olmak üzere üç farklı oranda fiber olarak ikame edilmiştir. Kontrol harçları, bakterilerin direkt olarak karışıma eklendiği harçlar, bakterisiz çay atıklarının eklendiği harçlar ve bakterili çay atığı içeren seriler dahil olmak üzere toplam sekiz harç tipi üretilmiştir. Üretilen bu harçların bir kısmı üzerinde basınç yüklemeleri yapılarak ön hasarlı hale getirilmiştir. Ardından tüm numuneler 28 gün ve 90 gün boyunca su tankında kürlenmiştir. Bu ön hasarlı ve hasarsız harç numuneleri kullanılarak bakteri, çay atığı ve bakterili çay atıklarının harçların fiziksel, mekanik ve durabilite özelliklerine olan etkisi araştırılmıştır. Bu kapsamda yayılma, çatlak iyileşme, basınç dayanımı, eğilme dayanımı, ultrasonik ses geçiş hızı (UPV), su emme, kapiller yolla su emme, görünür porozite ve yüksek sıcaklık etkisi deneyleri yürütülmüştür. Son olarak taramalı elektron mikroskobu (SEM) kullanılarak alınan görüntülerde çay atığı ve bakteri ürünleri incelenmiştir. Elde edilen sonuçlar incelendiğinde, çay atıklarının başarılı bir şekilde bakterileri emerek muhafaza edebildiği ve bir arada kullanımlarının bakteriyel tedavi sisteminin etkinliğini ve süresini arttırdığı saptanmıştır. Çay atıkları doğal fiber etkileri sayesinde çatlakları kısıtlamıştır. Bu kısıtlanan çatlaklarda bakteriler daha etkin bir onarım sunarak 0,68 mm genişliğine kadar çatlak iyileştirmeyi başarmıştır. Bakterili çay atıkları harçların basınç ve eğilme dayanımlarını da arttırmıştır. Çay atıklarının fiber ve koruma etkisi ile bakterilerin kalsit üretme efektifliğini ve süresini uzatması sayesinde bakterili çay atığı içeren harçlar kontrol numunelerine göre %26,50 oranında daha yüksek basınç dayanımları ve %8,04 oranına varan daha yüksek eğilme dayanımları sergilemiştir. Çay atıklarının sağladığı ekstra su, bakteriler için daha uygun bir ortam ve iç kürleme etkisi yaratmıştır. Böylece daha yüksek miktarda kalsit oluşarak yapıdaki boşluklar doldurulmuştur. Bu yoğun yapı sayesinde bakterili çay atığı içeren harçlarda daha yüksek UPV değerleri, daha düşük su emme, kapilarite ve porozite değerleri saptanmıştır. Bakteri ürünü bu kalsitlerin ve çay atıklarının yüksek sıcaklık etkisi karşısında da harçlara dayanıklılık sağladığı saptanmıştır. Çay atıklarının sıcaklık tahliye özelliği ve bakterilerin yarattığı iyileşme sayesinde harçlarda oluşan çatlakları onarak yüksek sıcaklık karşısında da %101,98' e varan oranda daha yüksek artık basınç dayanımı değerleri sunmuştur. Ek olarak bakterili çay atığı içeren harçlar yüksek sıcaklık etkisi sonrası daha az ağırlık kaybı oranı görülürken, daha yüksek UPV değerleri sergilemiştir. SEM altında incelenen numunelerde çay atıkları etrafında kalsit oluşumlarının yoğunlaştığı görülmüştür. Bu da çay atıklarının bakterilere sağladığı olumlu şartları göstermiştir.
  • Öğe
    İplik kompozisyonundaki yün lifi oranının iplik özellikleri üzerine etkilerinin araştırılması
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Gebeş, Ferhan; Yıldırım, Kenan
    Akrilik el örgü iplikleri kumaş haline dönüştürüldüklerinde kullanımları sırasında statik elektriklenme ve boncuklanma gözlenmektedir. Bu özellikler gibi kullanıma uygunluk özelliklerindeki problemler müşteri şikayetlerine yol açabilmektedir. Söz konusu problemlerin iyileştirilmesine yönelik her bir özellik için farklı yöntemler uygulanmaktadır. Bu yöntemlerden en yaygını ipliklere antistatik kimyasal uygulanması ve uzun elyaftan iplik üretimidir. Statik elektriklenmenin iyileştirilmesi için ipliklere uygulanan antistatik kimyasallar üretim esnasında çevre kirliliğine neden olurken kullanım esnasında da yıkama işleminden dolayı zamanla özelliğini kaybetmektedir. Bu yöntemlere alternatif olarak yün lifinin akrilik lifine göre daha az statik elektriklenme özelliğinden faydalanarak karışım ipliğin üretimi düşünülmüştür. Yün lifi pahalı bir lif olduğundan kabul edilebilir statik elektriklenmeyi karşılayacak yün-akrilik karışım oranının tespit edilmesi proje kapsamında amaçlanmıştır. Yün lifi mukavemeti akrilik lifi mukavemetinden daha düşük olduğundan oluşabilecek boncukların daha kısa sürede kumaş yüzeyinden kopacağı buna bağlı olarak kumaşın boncuklanma davranışını geliştireceği öngörülmektedir. Çalışma kapsamında hem akrilik hem yün lifi elyaf boyama ile renklendirilmiştir. Cer şeridi halindeki renkli lifler farklı şerit adetlerinde cer prosesinde karıştırılmıştır. 4 pasaj cer ile karşım homojenliği sağlanmıştır. Elde edilen cer şeridi yarı kamgarn metoduna göre ring iplik eğirme tekniği ile ipliğe dönüştürülmüştür. Tüm karışım ipliklerin büküm miktarı, iplik doğrusal yoğunluğu, büküm yönü sabit tutulmuştur. Bu ipliklerin iplik ve kumaş halinde iplik mukavemeti, iplik-metal sürtünme katsayısı, statik elektriklenme, tuşe ve boncuklanma özellikleri ölçülmüştür. Yün akrilik karışımları için karışımdaki yün oranı artışı; kopma mukavemeti ve yüzde kopma uzama oranını azaltmış tuşeyi kötüleştirmiş olup iplik-metal sürtünme katsayısını ve yüzeysel statik elektriklenme direncini artırmıştır. Boncuklanma davranışı üzerinde ise fark edilebilir bir değişim oluşturmamıştır.
  • Öğe
    İmar planlarına esas hazırlanan bilirkişi raporlarının planlamaya etkisi-Bursa örneği
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Altun, Ramazan; Bilen, Ömer
    Bursa, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, zengin kültürel ve doğal dokusuyla öne çıkan kadim bir Anadolu şehri olma özelliğini korurken, günümüzde ise gerek nüfus gerekse sosyo-ekonomik göstergeler açısından bakıldığında Türkiye'de dördüncü büyükşehir olarak öne çıkmaktadır. Bu özellik, beraberinde hızlı bir kentleşmeyi gerçekleştirmiş ve bu süreçte imar planları, kentin geleceğini şekillendiren en önemli araçlardan biri haline gelmiştir. İmar planları, bir yandan kentin fiziki gelişimini etkilerken, diğer yandan şehir sakinlerinin hak ve menfaatlerini de etkilemiştir. Bu nedenle, imar planlarına yönelik hukuki uyuşmazlık konuları ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere imar planlarına mülkiyet sahipleri, plandan etkilenen kişiler veya kuruluşlar tarafından çeşitli sebeplerle iptal davaları açılmaktadır. İdare mahkemelerine açılan iptal davalarında hakimin karar vermekte zorlandığı durumlarda kendi uzmanlık alanı dışında teknik bilgiye ihtiyaç duyduğu konularda bilirkişilerin özel ve teknik bilgisinden yararlanılması talep edilmektedir. Dolayısıyla bilirkişi raporları mahkemenin karar verme sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Bilirkişi raporları, teknik ve bilimsel verilere dayalı olarak hazırlanan ve mahkemeye sunulan uzman görüşleridir. Bu raporlar, mahkemelerin karmaşık teknik konularda daha doğru kararlar vermesine yardımcı olmakta ve böylece uyuşmazlık konularının çözümlenmesinde büyük katkı sağlamaktadır. İmar planları genellikle karmaşık ve teknik konuları barındırdığı gerekçesiyle bilirkişi raporlarının açıklayıcı olarak kullanılmasından dolayı mahkemelerin uyuşmazlık konularını anlayabilmesine ve doğru kararlar vermesine de imkan tanır. Ayrıca planlama süreçlerinde yapılan eksiklikleri ve hataları belirtmesinden ötürü daha sonra yapılacak planların daha iyi oluşturulması hususunda da planlama sürecine katkı sağlayacağından dolayı önemlidir. Bahsedilen konular doğrultusunda mahkeme kararları ile bilirkişi raporları derinlemesine analiz yöntemiyle karşılaştırılarak imar planlarının nasıl etkilendiği bu çalışmada irdelenecektir. Son yıllarda Bursa genelinde yapılmış ve iptal davası açılmış konulara ait hem plan dosyaları hem de aynı konulara ait bilirkişi raporları incelenerek, yapılan planların niteliği ve niceliği, planların neden yapıldığı, hangi plan fonksiyonlarının plan konusu edildiği, iptal edilen planların gerekçeleri ile bilirkişi raporlarının nasıl hazırlandığı, mahkeme kararları ve bilirkişi raporlarının ilişkisinin hangi doğrultuda sonuçlandığı konularında çalışma yapılacaktır. Bu çalışma ile Bursa ili genelinde imar planlarına ilişkin iptal davalarında bilirkişi raporlarının etkisi ele alınırken, incelenen dava örnekleriyle imar hukuku alanındaki genel literatüre de katkı sağlayıp, Bursa'da nerelerde hangi planların ne amaçla yapıldığı konusunda yapılacak araştırmalara yol göstermek açısından da fikir verilecektir.
  • Öğe
    Hesaplama yükü azaltılmış model öngörülü kontrol yönteminin üç seviyeli T tipi evirici için uygulanması
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Bıçak, Aykut; Gelen, Ayetül
    Gerilim kaynaklı eviriciler; elektrikli araçlardan motor sürücülerine, kesintisiz güç kaynaklarından yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının şebeke entegrasyonuna kadar geniş bir alanda yer almakla beraber kapsamlı bir şekilde araştırılmaktadır. Özellikle enerji kaynakları ve yükler arasında köprü görevi gören eviricilerin; verimlilik, harmonik, elektromanyetik girişim, kontrol edilebilirlik ve güvenilirlik gibi gereksinimleri karşılaması beklenmektedir. Alçak gerilim uygulamalarında üç seviyeli T tipi evirici yapısı, yaygın olarak kullanılan iki seviyeli eviricilerin basit çalışma prensibi, düşük iletim kayıpları gibi avantajlarını üç seviyeli eviricilerin çıkış gerilimi ve akımında düşük harmonik içerik üretme, azaltılmış dv/dt oranı, anahtarlar üzerindeki gerilim stresinin azaltılması, düşük ortak mod gerilimi, anahtarlama kayıplarının azaltılması gibi üstünlükleri ile birleştirmektedir. Eviricinin yapısının yanı sıra eviriciye uygulanacak kontrol yöntemi de performans kriterleri açısından önemli rol oynamaktadır. Klasik kontol yöntemleri genellikle dar bir çalışma aralığında iyi bir performans elde etmek için ayarlanmaktadır. Ancak, son yıllarda popüler hale gelen model öngörülü kontrol yöntemi; karmaşık ve doğrusal olmayan sistem dinamiklerini kontrol edebilirken, tasarım kriterlerinin de etkili bir şekilde kontrol yapısına eklenebilmesini mümkün kılmaktadır. Hesaplama yeteneği artan mikrodenetleyici teknolojisi ile model öngörülü kontrol yöntemi, güç elektroniği uygulamalarında önemli bir yer kazanmıştır. Bununla beraber, model öngörülü kontrol yönteminin çok seviyeli eviricilerde artan anahtarlama sayısı nedeniyle hesaplama yükü de artmaktadır. Literatürde, model öngörülü kontrol yönteminin üstün özelliklerini koruyarak hesaplama yükünün azaltılması araştırmacıların dikkatini ve ilgisini çekmektedir. Bu tez çalışmasında klasik model öngörülü kontrol yönteminin oluşturduğu hesaplama yükünü azaltmak için uzay vektör diyagramını belirli bölgelere bölen ve sınırlı sayıda aday vektör kullanan bir algoritma önerilmiştir. Önerilen algoritamada nötr nokta gerilimini dengelemek, ortak mod gerilimini kısıtlamak gibi kriterleri değerlendiren farklı aday vektör gruplarına sahip iki strateji sunulmuştur. Önerilen model öngörülü kontrol yöntemi, mimarisi SiC MOSFET yarıiletken anahtarlar ile oluşturulan üç fazlı üç seviyeli T tipi eviriciye uygulanmıştır. Deneysel prototip oluşturularak önerilen algoritmaların etkinliğini doğrulamak için kararlı ve dinamik durumlarda davranışları incelenmiş ve ilgili uluslararası standartlara göre performansları analiz edilmiştir. Önerilen algoritmalardan 8V-MPC yöntemi klasik model öngörülü kontrol yöntemine göre hesaplama yükünü %54,2 azaltırken bir diğer önerilen yaklaşım olan 7V-MPC yöntemi hesaplama yükünü %58,8 azaltmaktadır. Son olarak her iki yaklaşımda klasik yönteme göre toplam harmonik bozulma, ortak mod gerilimi, nötr nokta dengesizliği gibi kriterlerde benzer ya da üstün performans göstermektedir. Hesaplama yükü azaltılmış önerilen yaklaşımlar ile model öngörülü kontrol yöntemine yeni kısıtlar ya da hedefler eklenmesi mümkün hale gelmektedir.
  • Öğe
    Geri dönüşüm filament ipliklerden üretilmiş, farklı doku yapılarındaki örme kumaşların dijital baskı haslıklarının karşılaştırmalı olarak incelenmesi
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Caner, Muhammed Feyruz
    Dünyamızın doğal kaynakları gün geçtikçe azalmakta olup, çevre kirliliği hızla artmıştır. Özellikle toprak, su ve hava kirliliği kritik seviyelere ulaşmıştır. Bu durumu engellemek adına bazı gelişmiş ülkelerde geri dönüşüm ve geri kazanım çalışmaları yoğun bir şekilde yürütülmektedir. Geri dönüşümün önemini vurgulayan pek çok çalışma yapılmıştır. Bu araştırmada, dijital baskı tekniği ile renklendirilmiş geri dönüşüm poliester ipliklerden ve katyonik poliester ipliklerden üretilmiş örme kumaşların haslık özellikleri karşılaştırılmalı olarak incelenmiştir. Çalışmamızda, dijital baskı teknolojisinin daha az mürekkep tüketimi ve üstün baskı kalitesi gibi avantajlarını kullanarak geri dönüşümlü poliester iplik ve katyonik poliester ipliklerin tekstil sektöründeki haslık performansları incelenmiştir. Bu bağlamda, Kyocera KJ4B ve Epson I3200 dijital baskı kafaları ile üç farklı çözünürlükte (600 DPI, 1200 DPI ve 2400 DPI) dijital baskı çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Sun Chemical ve Papijet markalı iki farklı süblime dispers mürekkep reggiani ve saitu baskı makineleri kullanılarak kumaşa uygulanmıştır. Reggiani makinesinde Sun Chemical kullanılarak direkt kumaş üzerine desen basılmıştır. Saitu makinesi kullanılarak Papijet mürekkep ile desen transfer baskı kağıdına basılmıştır. Bu transfer baskı kağıdı kullanılarak Lemaire marka transfer makinesi ile kumaşlar desenlendirirmiştir. Her iki iplikle triko satin doku yapısında çözgülü örme ve peluşlu ve kapitone kumaş tipinde atkılı örme kumaş yapıları oluşturulurmuştur. Kumaşlar standart terbiye işlemi uygulandıktan sonra dijital baskı ile renklendirilmiştir. Üretilen kumaşlara hava şartlarına karşı renk haslığı, ışığa karşı renk haslığı, yıkamaya karşı renk haslığı, tere karşı renk haslığı, kuru ve yaş sürtmeye karşı renk haslığı ve görünüm değişimi değerlendirmesi metodu bazında martindale aşınma testleri ve de uygulanmıştır. Makine ve mürekkep markaları bazında farklı haslık sonuçları elde edilmiştir. Saitu baskı makinesi ile yapılan dijital baskı renklendirmesinde hava şartlarına karşı ve ışığa karşı renk haslıklarının geri dönüşüm poliester ipliklerde daha yüksek olduğu, buna karşın reggiani baskı makinesinde yapılan renklendirmede katyonik poliester ipliklerde bu haslık değerlerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Aşınma sonrası görünüm farklılığı bazında geri dönüşüm ve katyonik iplikler arasında belirgin bir farkın oluşmadığı görülmüştür. Hem saitu hem de reggiani baskı makineleriyle yapılan renklendirmelerde tere ve sürtmeye karşı renk haslıklarının geri dönüşüm poliesterde daha iyi olduğu görülmüştür.
  • Öğe
    Fotovoltaik ve biyogaz enerji sistemlerinin enerji ve çevresel potansiyellerinin incelenmesi: Süt sığırı çiftliği örneği
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Korkmaz, Beyza; Hacısalihoğlu, Saadet
    Doğal kaynaklardan enerji kazanımları dünya genelinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Günümüzde de sık duyduğumuz rüzgar, güneş, biyogaz, jeotermal vs. yenilenebilir enerji sistemleri yatırımcıların da ilgisini çekmektedir. Bu kaynakların avantajları arasında da fosil yakıt kullanımını azaltarak karbondioksit emisyon miktarını azaltma, yerli kaynak oldukları için enerjide dışa bağımlılığı azaltma, çevre dostu enerji tüketimi sağlama gibi birçok faydaları vardır. Bu enerji sistemlerinin uygun bölgede uygun yatırımlar ile kurulması büyük kazançlar elde edilmesini sağlamıştır. Ayrıca enerjiyi daha çevreci ve yatırımcıyı da daha karlı duruma getirmiştir. Yenilenebilir enerji kaynakları tüm sektörlerde kullanılabildiği gibi hayvancılık ve tarım sektörlerinde kullanılması ile de sektörlerin kendi enerji tüketimlerini karşılayarak dışarıya olan enerji bağımlılığını azaltmaktadır. İklim ve çevre koşulları, tarım ve hayvancılık sektöründe enerji kaynaklarının kullanımı ve ekonomik olması açısından son derece önemlidir. Tarım ve hayvancılık sektöründe kullanılan başlıca yenilenebilir enerji sistemleri; biyokütle, güneş, rüzgâr enerji sistemleridir. Bu çalışmada Bursa’nın Karacabey ilçesinde bir süt sığırı çiftliğine güneş veya biyogaz enerji sistemlerinden birinin kurulumu için, enerji ve çevresel potansiyelleri incelenmiş, iki enerji sistem arasında karşılaştırma yapılmıştır. Güneş enerji sistemi için RETScreen programı kullanılarak sistemin toplamda 1.030.419 kWh/yıl’lık elektrik üreteceği ve toplamda 346 tCO2/yıl sera gazı emisyonu azaltabileceği tespit edilmiştir. Biyogaz sistemi için 2023 yılının sonunda çiftlikten üretilecek toplam elektrik üretim potansiyeli 1.012.158 kWh/yıl olduğu ve toplamda 692,316 tCO2/yıl emisyonun engellenebileceği belirlenmiştir. Çiftliğin yıllık tüketilen elektrik enerjisi miktarının 885.855 kWh/yıl olduğu tespit edilmiştir. Güneş enerji sistemi ile çiftliğin yıllık elektrik enerjisi tüketim miktarının daha fazla karşılanacağı fakat seragazı emisyonunu ise biyogaz tesisinin daha fazla engelleyeceği sonucuna varılmıştır. Bu karşılaştırmalara ilaveten ekonomik ve çevresel dezavantajlar açısından da kıyaslama yapıldığında süt sığırı çiftliğine güneş enerjisi sisteminin kurulmasına karar verilmiştir.
  • Öğe
    Farklı öncüllerden elde edilen g-C3N4 sentezi ile organik kirleticilerin fotodegradasyonu
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Has Çakır, Gözde; Hoşgün, Halit Levent
    Son yıllarda dünya çapında çevre kirliliği sorunlarında büyük bir artış yaşanmaktadır. Su kirliliğinin artması ekosistemleri ve insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Özellikle tekstil endüstrisinden kaynaklanan boya atıkları su kirliliği konusunda büyük endişelere yol açmaktadır. Sudaki kirliliğin etkili bir şekilde ortadan kaldırılması, kirleticilerin insanlara ve canlı organizmalara verdiği zararlara karşı çevrenin korunması açısından önemlidir. Tekstil atıksularının arıtımında fiziksel, kimyasal ve biyolojik yöntemler kullanılmaktadır. Fiziksel yöntemler ağırlıklı olarak sorpsiyon süreçlerini içermektedir. Bu yöntemler kullanıldığında kirleticilerin katı üzerinde biriktirilmesi ile ikincil bir atık oluşumu gerçekleşmektedir. Kimyasal yöntemler genel olarak oksidasyona dayalıdır ve organik bileşikler su ve karbondioksite veya kolayca biyolojik olarak parçalanabilen alkoller, aldehitler, ketonlar ve karboksilik asitler gibi bazı diğer ürünlere oksitlenir. Heterojen fotokatalizörlerin kullanıldığı fotokatalitik arıtma teknolojileri, elektronboşluk çiftleri oluşturmak ve boyayı bozundurmak için ışığı (UV veya görünür) emen bir tekniktir. Çevre dostu olması, boya moleküllerinin tamamen parçalanması, yüksek verimliliği ve ikincil atık oluşturmaması nedeniyle boyayla kirlenmiş atık suların arıtımında büyük avantaja sahiptir. Bu çalışmanın amacı; sudaki boyarmadde kirleticilerin görünür bölgede bozunmasında fotokatalizör olarak kullanılan g-C3N4 ün farklı öncüllerden (Üre ve Melamin) sentezlenmesinin incelenmesidir. Melamin ve Üreden g-C3N4'ün sentezi için termal yoğuşturma yöntemi kullanılmıştır. g-C3N4 sentezi için başlangıç maddesi olarak seçilen ürenin ve melaminin farklı sıcaklıklarda (500, 525, 550, 575 ve 600 °C), ısıtma hızlarında (1, 2, 5 ve 10 °C/dk) ve sürelerde (2, 4, 6 ve 8 saat) termal yoğuşturma ile gerçekleştirilen sentezleri için optimum sentez koşulu 20 ppm metilen mavisinin bozunmasına göre belirlenmiştir. Sentezlenen tüm katalizörler, kristal yapı, yüzey özellikleri, elementel analizleri yapılarak karakterize edilmiştir. XRD analizi ile kristal yapıda tipik g-C3N4 için (100) ve (002) yapısı doğrulanmıştır. Elementel analiz sonuçlarına göre C/N oranı literatürde belirtilen 0,64 değerinden farklı olarak ortalama 0,55-0,60 aralığındadır. Üre ile gerçekleştirilen sentezlerde sıcaklık ve süre artışı ile yüzey alanında, gözenek hacminde ve gözenek boyutunda artış gözlenmiştir. 500 W gücünde LED ışık sisteminden oluşan deney düzeneğinde 50 mL 20 ppm metilen mavisi ile yapılan deneyler sonucu en yüksek metilen mavisi bozunması üre için 575 °C sıcaklıkta 1 °C/dk ısıtma hızında ve 4 saatte, melamin için ise 600 °C sıcaklıkta 5 °C/dk ısıtma hızında 2 saatte termal yoğuşturma yapılan örnekten elde edilmiştir.
  • Öğe
    Elektro üflemeli eğirme tekniğinin baharat karışımı uçucu yağları ile zenginleştirilmiş polilaktik asit esaslı nanolif üretiminde kullanımı
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Boyraz, Hilal Özge; Yiğit Çınar, Aycan; Sarıcaoğlu, Furkan Türker
    Gıdaların raf ömrünün artırılması ve bozulmaların azaltılması amacıyla yenilikçi ambalajlama teknolojileri önem kazanmaktadır. Çevre sorunları da göz önüne alındığında biyobozunur ambalaj malzemelerinin geliştirilmesinde nanoteknoloji büyük önem taşımaktadır. Geliştirilen ambalaj malzemesinin endüstride kullanılabilmesi için üretiminin kolay ve ekonomik olması önem taşımaktadır. Nanolif üretiminde yeni bir yöntem olan elektro- üflemeli eğirme yöntemi, elektro üfleme yönteminin diğer üretim sistemlerine göre daha ince lif elde etme avantajı ile çözeltiden üfleme yönteminin yüksek üretim verimliliği avantajını tek bir kurulumda bir araya getirmektedir. Nanoteknoloji uygulamaları kullanılarak üretilen nanoparçacıklar ile gıda maddelerine tekstür ve aroma gibi istenilen özelliklerin kazandırılması sağlanabilmektedir. Bu çalışmada biyobozunur bileşen olan polilaktik asit (PLA) içerikli baharat esansiyel yağ katkılı nanoliflerin elektro üflemeli eğirme yöntemi ile üretimi ve karakterizasyonunun araştırılması amaçlanmıştır. Kırmızıbiber, karabiber ve kimyondan oluşan baharat karışımından clavenger düzeneği ile elde edilen esansiyel yağ kullanılmıştır. Elde edilen esansiyel yağ PLA miktarı üzerinden %20, %25, %30, %35 oranlarında PLA çözeltisine eklenerek nanolif üretimi yapılmıştır. Nanoliflerlerin morfolojik karakterini analiz etmek için sadece PLA içeren ve esansiyel yağ katkılı olan nanoliflerin ortalama lif çapları ölçülmüştür. Üretilen nanoliflerin morfolojik özellikleri SEM (Taramalı Elektron Mikroskobu) ile incelenmiş, esansiyel yağ içeren ve içermeyen örneklerin homojen dağılım gösterdiği, yüzeylerinde topaklanma bulunmadığı ve pürüzsüz bir yüzeye sahip oldukları belirlenmiştir. Esansiyel yağın PLA içeren nanolifler içinde homojen bir şekilde dağıldığı gözlenmiştir. PLA içeren ve esansiyel yağ katkılı nanoliflerin endotermik karakter gösterdiği tespit edilmiştir. PLA içeren nanoliflerin camsı geçiş sıcaklığının esansiyel yağ katkılı nanoliflere göre daha yüksek olduğu, kristalizasyon özelliklerinde ise belirgin bir fark bulunmadığı, esansiyel yağın PLA içeren nanoliflerle amorf bir yapı oluşturduğu belirlenmiştir. Esansiyel yağ içeren nanoliflerin ortalama lif çapı 256-394 nm arasında bulunmuştur. Nanoliflerin termal özelliklerinin analizi için DSC ile camsı geçiş, kristalizasyon ve erime sıcaklıkları ölçülmüştür. Esansiyel yağ konsantrasyonu yükseldikçe kristalizasyon sıcaklığının azaldığı tespit edilmiştir. Bu çalışmanın sonucuna göre, baharat esansiyel yağının PLA içeren nanolif yapısına iyi disperse olduğu ve antioksidan kapasitesini artırdığı görülmüştür.
  • Öğe
    Ekstrüder ve geleneksel yöntemle prejelatinize nişasta üretimi
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Demir, Emre; Dündar, Ayşe Neslihan
    Bu tez çalışması, ekstrüder ve geleneksel yöntemlerle prejelatinize nişasta üretimini karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Araştırmada temel malzeme olarak buğday nişastası kullanılmıştır. Prejelatinize nişasta, suyu hızla emme ve şişme yeteneği sayesinde gıda endüstrisinde sıkça kullanılan bir bileşendir. Çalışmada, her iki yöntemle üretilen prejelatinize nişastaların fiziksel ve kimyasal özellikleri detaylı bir şekilde incelenmiştir. Ekstrüder yöntemi, nişastanın yüksek sıcaklık ve basınç altında işlenmesiyle gerçekleştirilmiştir. Bu yöntemde tek vidalı ekstrüder kullanılarak nişasta yüksek sıcaklık ve basınç altında jelatinize edilmiştir. Geleneksel yöntem ise nişastanın su ile karıştırılarak çirişlendirme sıcaklığına getirilip kurutulmasıyla uygulanmıştır. Her iki yöntemle üretilen prejelatinize nişastaların su tutma kapasitesi, çözünürlük, jelatinleşme sıcaklığı, renk özellikleri, mikroyapısal özellikler ve kimyasal yapıları analiz edilmiştir. Su tutma kapasitesi santrifüj yöntemiyle belirlenirken, jelatinleşme sıcaklığı diferansiyel taramalı kalorimetri (DSC) ile ölçülmüştür. Renk ölçümleri için Hunter kolorimetresi kullanılmış, mikroyapısal özelliklerin belirlenmesi için taramalı elektron mikroskobu (SEM) ve kimyasal yapı analizleri için Fourier Dönüşümlü Kızılötesi Spektroskopisi (FT-IR) kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar, ekstrüder yöntemiyle üretilen prejelatinize nişastaların su tutma kapasitesinin (8,28 g/g) ve çözünürlüğünün (%7,57) geleneksel yöntemle üretilen nişastalardan (sırasıyla 5,59 g/g ve %1,21) daha yüksek olduğunu göstermiştir. Ayrıca, ekstrüder yöntemiyle üretilen nişastaların jelatinleşme sıcaklığı (114,06 °C) geleneksel yöntemle üretilen nişastaların (95,76 °C) üzerindedir. Bu durum, ekstrüzyon işleminin nişastanın moleküler yapısını önemli ölçüde değiştirerek daha fazla su tutma kapasitesine ve yüksek çözünürlüğe sahip olmasına yol açtığını göstermektedir. Renk analizleri, ekstrüder yöntemiyle üretilen nişastaların daha açık ve daha az sarımsı olduğunu ortaya koymuştur. FT-IR analizleri, ekstrüder yönteminin nişastanın kimyasal yapısında belirgin değişikliklere neden olduğunu göstermektedir. SEM analizleri ise ekstrüder yönteminin nişasta granüllerinin boyutlarını küçülterek daha homojen bir yapı oluşturduğunu ortaya koymuştur. Bu bulgular, ekstrüder yönteminin hızlı işlem süreci ve iyileştirilmiş fonksiyonel özellikleri ile endüstriyel ölçekli uygulamalar için uygun bir seçenek sunduğunu göstermektedir. Geleneksel yöntem ise daha doğal nişasta yapısının korunduğu uygulamalar için tercih edilebilir. Sonuç olarak, bu çalışma, prejelatinize nişasta üretiminde hangi yöntemin hangi durumlarda tercih edilmesi gerektiği konusunda önemli bilgiler sunmaktadır.
  • Öğe
    Doğu Akdeniz Bölgesi meşe taksonları (Quercus spp.)'nın Cynipidae faunası ve ilişkili böcek türlerinin belirlenmesi
    (Bursa Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024) Aytar, Fatih; Sarıkaya, Oğuzhan
    Galler parazitik bir organizmanın (böcek, bakteri, fungus) neslinin devamı için beslenme, barınma ve koruma maksatlı bir bitkide hücre sayısı (hyperlasie) ve boyutunda (hypertrophye) artışa neden olan atipik bitki büyümeleridir. Böcekler gale neden olan en yaygın organizmaların başında gelir. Böcekler içerisinde 6 takıma mensup 52 farklı familya üyesi bitkilerde gal oluşumuna neden olur. Böcek grubu içerisinde tür sayısı bakımından gal sineklerinden (Diptera:Cecidomyiidae) sonra gal oluşturan en zengin ikinci grubu Cynipidae (Hymenoptera) familya üyeleri oluşturur. Cynipidae familyasında Cynipini tribusu üyeleri Fagaceae (Quercus, Castanea, Castanopsis, Chrysolepis, Lithocarpus ve Notholithocarpus) türlerinde gal oluştururken aynı familyanın Ceroptresini ve Synergini (Synophrus türü hariç) tribus üyelerei Cynipini tribus üyelerinin oluşturduğu gallerde yerleşimci (inquiline) meşe gal arısı olarak ürerler. Ayrıca bazı Coleoptera, Diptera, Lepidoptera gibi yerleşimci böcek türleri ile Chalcidoidea üstfamilya üyesi parazitoid türler gali üreme materyali olarak kullanır. Bu gruplarla birlikte mikroorganizma ve diğer canlılarla birlikte meydana gelen komleks yapı meşe gal arısı ve onun komünitesini oluşturur. Bu çalışmada Türkiye'nin Doğu Akdeniz Bölgesinde doğal olarak yetişen 11 farklı Quercus taksonu üzerinde gal yapan Cynipini tribus üyesi meşe gal arısı ile ilişkili olan yerleşimci, parazitoid ve ziyaret eden böcek komünitesi araştırılmıştır. Araştırma 2019-2024 yılları arasında Türkiye'nin Akdeniz Coğrafi Bölgesi'nin Adana Bölümünü oluşturan Doğu Akdeniz Bölgesi ile (Adana, Hatay, Kahramanmaraş, Mersin ve Osmaniye) yakın çevresinde (Gaziantep, Kilis ve Karaman-sadece Ermenek ilçesi ve Niğde) doğal Quercus (meşe) alanlarında yürütülmüştür. Araştırma alanında toplam 237 farklı noktada örnek toplanmıştır. Örnekler laboratuvarda saflaştırıldıktan sonra uygun büyüklükte kaplarda kültüre alınmıştır. Örnekler her 15 günde bir kontrol edilmiştir. Elde edilen hymenopter örnekler %70'lik alkol bulunan cryo tüplere aktarılmış, Coleoptera ve Lepidoptera örnekler tekniğine uygun prepara edilerek daimî koleksiyon haline getirilmiştir. Örneklerin ön tanısı literatüre göre tarafımızca yapılmış sonrasında konu uzmanına teyit ettirilmiştir. Araştırma sonucunda; meşe gal arısına (Hymenoptera: Cynipidae) ait 13 cinse bağlı 67 tür, parazitoid gruba (Hymenoptera) ait 9 cinse bağlı 21 tür, yerleşimci gruba (Hymenoptera ve Lepidoptera) ait 3 cinse bağlı 9 tür ve ziyaret eden gruba (Coleoptera) ait 1 cinse bağlı 1 tür olmak üzere toplam 3 takım mensubu 26 cinse ait 98 tür tespit edilmiştir. Saptanan 67 meşe gal arı arasında Dryocosmus mikoi Türkiye Cynipidae faunası için ilk kayıt olduğu tespit edilmiştir. Bu kayıtla Türkiye Cynipidae faunası 172'den 173'e, meşe gal arısı sayısı da 124'ten 125'e yükselmiştir. Bununla birlikte, parazitoid gruptan 6 Chalcidoidea (Hymenopter) tür; Aulogymnus testaceoviridis (Eulophidae), Sycophila binotata (Eurytomidae), Ormocerus sp. dif. dirigoius (Pteromalidae), Ormyrus destefanii (Ormyridae), Torymus affinis ve T. eglanteriae (Torymidae) Türkiye böcek faunası için ilk kayıt olduğu belirlenmiştir. Böylece bu çalışma kapsamında toplam 7 türün Türkiye böcek faunası için ilk kayıt olduğu ortaya çıkartılmıştır. Belirlenen türlerden Andricus superfetationis, Pammene gallicolana ve Torymus auratus Türkiye'den ikinci kez bu çalışma ile bildirilmiştir. Bunlara ilaveten bugüne kadar dünyada konukçu kaydı bulunmayan Bootanomyia hepdurgunae'nın dünya konukçu listesine Pseudoneuroterus saliens (Kollar, 1857)-sx ilk kez kaydedilmiştir. Ayrıca Andricus truncicola-ag Sycophila flavicollis'in, A. quercusramuli-sx Sycophila iracemae'nın, Chilaspis nitida-sx Sycophila variegate'nın, Synophrus politus Ormyrus destefanii'nin konukçu listesine bu çalışma ile eklenmiştir. Çalışma kapsamında tespit edilen 98 türün 84'ü Doğu Akdeniz Bölgesi'nden ilk kez bu çalışma ile bildirilmektedir. Saptanan türlerden 37'si Akdeniz, 30'u Güneydoğu ve 27 tanesi İç Anadolu Bölgesi cynipid faunası için ilk kayıt olduğu saptanmıştır. Günümüze kadar 18 türle temsil edilen Doğu Akdeniz Cynipidae faunasının yürütülen bu çalışma sonucunda 67 türü Cynipini+Synergini [66 Cynipini+1 Synergini (sadece Synophrus türü)], 5 türü Synergini, 2 türü Ceroptresini ve 5 türü Diplolepidini tribus üyesinden olmak üzere toplam 82 türle temsil edildiği belirlenmiştir. Bunların dışında birçok tür için konukçu kaydı, yeni yayılış bilgisi ve diğer bulgular detaylı olarak verilmiştir.